Emrem Sultan’dan Yunus Emre’ye
Yunus Emre buluşması için güzergâh tayini nasıl olmalıydı? Sırf Yunus Emre köyüne gidip dönmek bize pek uygun görünmedi. “Halka Tapduk mânisini saçan” Yunus’un şeyhini de ziyaret etmeliydik. Coğrafî olarak her iki mevki birbirinden pek uzak görünmüyordu.
Ayaş, Beypazarı derken Nallıhan yoluna düştük. Nallıhan’a yaklaşırken “Emrem Sultan” okunu gördük ve sola yöneldik. Orman yeşillikleri ile bahçe yeşilliklerinin birbirine karıştığı bir arazide köyü bulduk ve hafif yüksek bir mevkideki Tapduk Emre’ye isnad edilen kabri ziyaret ettik. Buradan Yunus Emre 60 kilometre idi. Her halde zamanında iki günlük yol…Yunus Emre burada mı yetişti?
Meçhulü kurcalamaktansa Yunus menkıbelerine bakmak daha makûl değil mi? Yunus’un şeyhine hizmeti, 40 yıl mı? Bu kırk yıl içinde doğru odun taşımak nasıl anlaşılmalı?
Kırk rakamının çokluk ifade etmek için kullanıldığını düşünebiliriz. O odunlar da dergâha intisabı uygun bulunanlar olmasın? İşte bunlar pişecek ve yanacaklar!
Daha yolun başındaydık. Mihalıçcığa, oradan da Yunus Emre’ye gidecektik. Buluşma saatimiz öğle vakti idi. 60 kilometre kısa gibi görünüyordu. Yola düşünce anladık ki, rakamca kısalığa rağmen şartlar düşünülürse uzun bir yolumuz vardı. Bu altmış kilometrede yolun neredeyse düz, engebesiz ve dönemeçsiz bir kısmı ile karşılaşmadık. Anadolu’nun ortasındaydık ve kitaplarda “bozkır” tabir edilen bir coğrafyadaydık.
Gerçekten öyle miydi?
Ağaç çeşitleri değişse de orman manzara yenilenerek devam ediyordu. Meşeden, pelitten ardıça, muhtelif çam türlerine ve sedire kadar çok çeşitli ağaçları olan bir ormandan geçiyorduk. Zaman zaman yayla görünümlü köyler önümüze çıkıyor, buralarda da muhtelif meyve bahçeleri ile karşılaşıyorduk.
Orman var, su var, her türlü meyve yetişiyor, Emrem Sultan’da bir incir gördük ki, küçük fakat haza incir! Zaman zaman Sakarya nehrini takip ediyoruz ve Sarıyar barajını görüyoruz. Hele Mihalıçcığa yaklaşırken Gürleyik şelalesine işaret eden oku görmemiz ayrı bir heyecan uyandırdı. Akarsular, şelâleler, ormanlar, meyve bahçeleri…
Mihalıçcık’da moladan sonra Yunus Emre’ye inişe geçtik.
Tam 70 sene önce, Yunus Emre’nin kabri taşınıyor. İşte o yıl Mehmet Kaplan hocanın Hareket dergisinde bir yazısı yayınlanıyor: Mukaddes Uçurum.
Yazı şöyle başlıyor: “Yunus bir uçurumda yatar. Onun yattığı yere yüksek tepelerden inilir. Gece yarısı, yaylı araba, korkulu yollardan sarsıla sarsıla düşerken, uzaktan, ta derinlerde bir ışık gösterdiler: ‘İstasyon’ dediler, ‘Yunus’un türbesi onun yanındadır’.”
Biz de farklı bir istikametten ama yüksek tepelerden iniyoruz. Kaplan Hoca Sivrihisarlı. Çocukluğu yokluk içinde geçmiş. İşsiz babası Sivrihisar’dan Sarıköy’e taşınıyor. Yazıdan bu taşınmanın yaylı araba ile olduğunu öğreniyoruz. Sivrihisar’dan Sarıköy bir günlük yol olmalı…Bu yorucu yolculuktan sonra Sarıköy’e ulaşılıyor. Sarıköy, Devlet Demir Yollarına göre bir istasyon. Gece vakti o zamanın karanlık (elektriksiz) Sarıköy istasyonunda ışıklı tirenler kısa süre duruyor. Yolculara bir şeyler satmak lâzım, mesela ayran! Işıklı vagondakiler istasyondakileri görmüyorlar bile…
“Köye yerleştikten sonra, uçurum, Yunus, istasyon ve ben, birbirimize kaynaştık. Zamanla orkestramıza daha başka sesler de karıştı: Yakıcı yaz güneşinde sıtmadan toprağa uzanmış köylüler gördüm. Toprak yüzlerinde, ruh yarığı gibi ela gözleri daima bir veliyi hatırlatan köylüler. Çatlak dudakları ile güldükleri zaman, taşlar canlanıyormuş hissiyle insanı korkutan köylüler ve akşam güneşi bataklıkta yanarken milyonlarca zehirli sineğini göklere salıveren Porsuk.”
Kaplan Hoca’nın yazısından anlaşılan, o yıllarda burada Yunus’un kabrinin bulunduğu yaygın bir söylenti. İşte bu söylentinin izini sürenler Yunus Emre’nin kabrini demiryoluna yakın bir yerden taşıyorlar ve güzel bir çeşme yaptırıyorlar. 1970’te açık türbe yapılıp kemikler oraya taşınıyor.
Kaplan hoca, “Mukaddes uçurum”da oraya bir daha dönmediğini, dönemediğini belirtiyor. Keşke dönse idi!
Yetmiş sene sonra Yunus Emre’nin ziyaretçisi çok. Yunus Emre’yi tanımak kendimizi tanımak. Biz bu yolculukta aynı zamanda yakın coğrafyamızı, bir adım ötemizdeki, adeta burnumuzun dibindeki güzellikleri gördük. Yunus’un çağrısı güzellikleredir zaten.