İstanbul nasıl kurtulur?

İstanbulsuz bir Türkiye mümkün mü? Bu soruya cevap vermek kolay da İstanbul’un son çeyrek asırda aldığı hâl üzerinde düşünmek ve fikir ortaya koymak o kadar kolay değil.

İstanbul’u nüfus üzerinden okursak, son yirmi beş yılda neredeyse üç kat bir artış gözleniyor. 50 bin nüfuslu bir şehir çeyrek asırda üç kat büyürse, bu dahi önemli bir meseledir. 6 Milyon nüfuslu bir şehrin neredeyse üç kat büyümesi ne anlama gelir?

Bir şehrin bu kadar hızla büyümesi, şehirle ilgili problemlerin aynı hızla büyümesi demektir. 1980’lerde başlayan hızlı büyüme 1990 başında ciddi sıkıntılar doğurmuştu. Altyapı çökmüş, şehrin temizliği imkânsız hâle gelmiş, susuzluk had safhaya ulaşmıştı. Haftada bir su verilen bir şehir bugünün şehirlisine inandırıcı gelmeyebilir.

Nüfusu 16 milyona ulaşmış bir şehir olmasına rağmen bugün İstanbul’da su meselesi yok. Ulaşımda sıkıntı büyük yatırımlarla çözülmeye çalışılmasına rağmen belli ölçüde devam ediyor. Devlet belki de bütün şehirlerimize yapılan yatırımdan fazlasını İstanbul’a yapıyor. Son 6 yılda yapılan, Marmaray (2013) ve 3. Boğaz Köprüsü (2016), Avrasya geçişi (2016) her biri başlı başına muazzam yatırım. Bunlar olmasa idi, İstanbul’un hali nice olurdu?

İstanbul’un fizikî büyümesinin aynı zamanda tarihî şehre karşı bir büyüme olduğunu kabullenmek zorundayız. İstanbul’u tarihiliğinden koparmak, tarihini tamamen silmek mümkün değil. Bizans altyapısı üzerinde yükselen Osmanlı İstanbul’u hiçbir zaman şehrin geçmişini inkâr etmedi. Önemli tarihî eserler bir şekilde ayakta tutuldu. Ayasofya bu anlamda Avrupa’nın hâlâ ayakta olan en eski tarihî yapılarından biri. Osmanlı medeniyetinin en görünür hâle geldiği şehir İstanbul’dur. Onunla rekabet edebilecek bir şehir varsa belki Edirne’dir.

İstanbul’un bu hızlı büyümesi İstanbulluluk kavramının yeniden tanımlanmasını gerektirecek bir sonuç doğurmuştur. İstanbul’un sorunlarıyla birlikte büyümesi İstanbul’da yaşayanlar tarafından nasıl algılanıyor? Daha doğrusu İstanbul’da yaşayanlar bunun farkında mı? “Ol mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler!” İstanbul’un düşünen kesimleri, sanat ve estetikle iştigal eden kurum ve kişileri bu büyüme konusunda sonuç verici bir çaba içinde olmadılar. Oldularsa da bu belli çerçeveleri aşamadı. Konu neredeyse bütünüyle siyasetin alanında kaldı. Siyaset de bu konuda istişareye gerek görmedi, müşavereye ihtiyaç duymadı, danışmadan kaçındı; büyümeyi her halükârda olumlu bir gelişme olarak kabullendi.

İstanbul’da seçim sonuçlarından daha önemli hususun onun geleceği olduğunu düşünenlerdenim.

İstanbul’u meseleleriyle büyütmek yerine yaşanabilir bir şehir olarak sınırlamak, hatta belli ölçüde küçültmenin daha doğru bir tercih olacağı görüşündeyim. 20. Asrın başında nüfusları İstanbul’a benzer olan Avrupa’nın belli başlı şehirlerinden Londra ve Paris bir dönem hızlı nüfus artışlarına rağmen 10 milyon sınırında kalmıştır. Hatta Berlin bugün 1930’lardaki nüfusunun altında bir nüfusa sahiptir (3.3 milyon).

Bir İstanbul fetişizmi var ve İstanbul’da yaşayanlar bu fetişizmle teselli buluyorlar. Yahya Kemal’in bir aforizması onların hâlâ övünç kaynağı: Ankara’nın İstanbul’a dönüşünü sevmek!

Yahya Kemal yaşasaydı, bu söz onun diline persenk olur muydu? Daha doğrudan konuşursak, Yahya Kemal’in hayranlıkla bahsettiği Osmanlı medeniyetinin timsali olan dönülmek istenen şehir ne ölçüde ayakta?

Bunu geçen sene sınamak fırsatı elimize geçti. Büyük şairimizin vefatının 50. Yılında Türkiye Yazarlar Birliği onu doğduğu şehirde Üsküp’te anmıştı. 60. Yıldönümünde fikirlerinin ve şiirlerinin ilham kaynağı olan ömrünü tamamladığı İstanbul’da anmak istedi. Böyle bir anma için ilk akla gelen Büyükşehir belediyesidir elbette. Fakat ne Büyükşehir ve daha sonra akla gelebilecek Fatih ve Üsküdar belediyeleri böyle işe talip olmadılar. Buna rağmen “60 Yıl Sonra Yahya Kemal Sempozyumu” İstanbul’da yapıldı.

Bu güzel faaliyeti Bahçelievler belediyesi üstlendi. Üç dönem başkanlıktan sonra aday olmayan Osman Develioğlu’na teşekkür borçlu olan biz miyiz sadece? Yahya Kemal yaşarken Bahçelievler diye bir semt var mıydı?

Bu çelişkinin üzerinde daha fazla durmayı gerekli görmüyor ve İstanbul’un belediye başkanı adaylarına Yahya Kemal’i, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı ve Turgut Canseveri okuma şartı getirilmesi görüşümüzü tekrarlıyoruz!

Yahya Kemal Sempozyumu, İstanbul semasında bir hoş sada bıraktı. Türkiye’nin ilim, fikir ve edebiyat birikiminin tezahür ettiği bir zemin oluşturdu. Burada otuz bildirinin tamamından bahsetmek mümkün değil, fakat katılanların isimlerini olsun, hakkı teslim bâbında zikretmek gerekir: Beşir Ayvazoğlu, D. Mehmet Doğan, Prof. Dr. Hacı Ömer Özden, Prof. Dr. Mehmet Vural, Amina Siljak Jesenkoviç, Dursun Gürlek, Dr. İbrahim Demirci, Dr.Cengiz Karataş, Prof. Dr. Süleyman Baki, Mehmet Güneş, Hayriye Ünal, Selçuk Çıkla, Seyhan Murteza İbrahimi, Kadriye Cesur, Ercan Yıldırım, Dr. Lütfi Şahsuvaroğlu, Asım Öz, Kamil Büyüker, Asım Gültekin, Gülşen Özer, Fatma Gülşen Koçak, Atıf Bedir, Zeynel Beksac, Prof. Dr. Zekeriya İbrahimi, Kadir Can Dilber, Lütfi Bergen, Leyla Şerif Emin, Prof. Lindita Xhanari Latifi, Mehmet Kurtoğlu, Habil Sağlam.

Dikkat edilirse, katılanların neredeyse üçte biri Yahya Kemal’in Rumelili hemşehrileri. Bu tür faaliyetlerin ekseriya kitabı basılmıyor. Yahya Kemal Sempozyumu Kitabı basıldı. Tek kusuru, dijital yayının ve baskının yol açtığı bazı teknik hatalar.

YORUMLAR (15)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
15 Yorum