Kudüs hey! Hey Kudüs!
Bize geç görünse de tam zamanı olmalı: Dâvet Kudüs’tendi…
Geçen sene bu zamanlar, yani ramazan ortaları, Diyanet Televizyonu’nundan beklenmedik bir dâvet aldım. O akşamki programın konusunun Kudüs olduğuna çok geç vâkıf oldum. Kendimi Kudüs konusunda konuşmaya yetkili görmem elbette. Vakıa Kudüs üzerine hayli yazım vardı, bu meseleye duyarsız olmam mümkün değildi. Kudüs ve Filistin hakkında tarihî arkaplanı doğru okuyarak bugünü anlamaya yönelik hayli hayli yazım var. Mesnedsiz bir Kudüs romantizmine hiçbir zaman kapılmadım.
Kudüs’ü okuyarak yazmak yetmez, görerek yazmalı, diye düşünürken bu ramazanın bereketi, Kudüs daveti vaki oldu. Halis Mutlu geçmiş yıllarda aynı gazetede çalıştığımız bir basın emekçisi. “Mirasımız Kudüs ve Civarındaki Osmanlı Mirasını Koruma ve Yaşatma Derneği” adına dâvet ediyordu.
Kudüs’ün dâvetine heyecanla “evet” dedim.
Mirasımız Derneği’nin Kudüs, Mescid-i Aksâ ve Osmanlı Devleti’nin bölgeye vakfettiği tarihi ve kültürel mirası korumak ve bu mirasın önemi konusunda farkındalık oluşturmak amacıyla 2008 yılında kurulmuş. Dernek, Kudüs ve civarındaki Osmanlı dönemine ait tarihi cami, mescit, ev, imarethane, çeşme, çarşı ve daha birçok yapı ile birlikte Mescid-i Aksâ’nın bakım ve onarım çalışmalarına destek veriyor. Ayrıca Kudüsün fakir fukarasına yardım götürüyor ve Türkiye’de Kudüs bilincinin yükseltilmesi yönünde çalışmalar yapıyor. Sa’yleri meşkûr olsun!
Ramazan ikliminde Kudüs yolculuğunu hayâl ederdik, gerçek oldu! Kafilede birçok yazar, gazeteci, televizyoncu yer alıyor. Çoğu ile tanışıklığımız var, tanımadıklarımızı da bu vesile ile tanıdık. Türkiye’de bir araya gelme zeminlerimizin tükenmesinden yakındık. Kudüs konusunun bir fikir ve şuur ortaklığımız olduğunu bir daha gördük. Hizmet ehli genç üniversite öğrencileri yardım gönüllüsü olarak gurubun güzelliğine güzellik kattılar.
***
Kudüs’teki günlerimizin çoğu Mescid-i Aksa’da veya yolunda geçti. Son yıllardaki en uzun yürüyüşlerimizi yaptık. Kudüs’te Türkiye’yi temsil eden Anadolu Ajansı, Yunus Emre Merkezi temsilcileri ile tanıştık. Onların emekleri, gayretleri, karşılıklı tanımayı güçlendiriyor ve muhabbeti pekiştiriyor.
Kudüs’te hiçbir zaman eksilmediğini bildiğimiz Türk/Türkiye/Osmanlı muhabbetine bizzat şahid olduk. Yeryüzünde Türkleri tanıma konusunda Kudüslülerin en ön sırada olduğunu söylesek, hata olmaz. Türk olduğunuzu teşhis ediyorlar, sorsalar da sormasalar da ona göre davranıyorlar.
Kadim şehrin iç içe geçmiş sokaklarında, çarşılarında kaybolurken hiçbir zaman tedirginliğe kapılmadık. Ya bir çeşme, ya bir sebil, sur kapısı, mescid, cami… işaret taşı gibi karşımıza çıktı. Gördük ki, bütün yollar Aksa’ya çıkıyor.
Osmanlı bir asır sonra da Kudüs’e hayat vermeye devam ediyor. Şehirde halen kullanılan bir hayli Osmanlı yapısı eser var. Muazzam Kudüs surları Kanunî Sultan Süleyman’ın mührünü taşıyor. Kendisi Kudüs surlarını ayağa kaldırırken, eşi Haseki Hürrem Sultan da büyük vakıflarla bu şehrin halkına destek olmuş. Osmanlı vakıfları hâlâ ayakta, vakıf dükkânlar ucuz kiraları ile esnafın işini kolaylaştırıyor.
Şam kapısından girince “Şerbetçi Mescidi” ile karşılaştık. Bir teravihi Afganî tekkesinde kıldık. Kudüs valisi Mehmed Paşa 16. Asırda dört tekke yaptırmış: Kadirî, nakşî, mevlevî, halvetî. Bunlar bir taraftan insanın içini güzelleştiren terbiyevî kurumlar, diğer yandan dönemin sivil toplum kuruluşları. Bu dört tekkeden birisi halen faal, piri fani şeyhi ile tanıştık. Duasını aldık. Afganistan’dan gelmiş, tekke şazeliye yolunda imiş. Diğer tekkeler şeyhsiz kalmış.
Her tekke bir külliye. Cümle kapısından girince ferahlık ve güzellik kuşatıyor hepimizi. Tekkeler bizim hayatımızdan çıkarıldı, sahteleri piyasayı kapladı ve hakiki tasavvufî hayatı neredeyse kaybettik. Burada zor yok ama şartlar bu kurumların yaşamasına elverişli değil. Nefs terbiyesi kavramı hayatımızdan çıkıyor. Maddeye itibarımız artıyor, sekülerlik bu gönül yapıcı gönüllü kurumları zayıflatıyor...
Ramazanımıza Kudüs karıştı, ramazan daha bir ramazan oldu!
Hey Kudüs! Kudüs hey!