Sonuç ve tepkiler

Gün başladığı gibi bitmez. Her günün başı ve sonu vardır. Son bitiş değil, yeni bir başlangıcın ifadesidir. Bir durum veya olay yeni bir hâl, yani durum ortaya çıkarır yahut yeni bir olaya yol açar. Zaman böylece akar gider. Hiçbir şey değişmez gibi görünür, her şey değişir; yine de devam işin esasıdır. Çünkü her şey değişir gibi göründüğünde de değişmezler vardır.

Bazı sonuçlar vardır ki, beklenen değildir. Ansızın ve kendiliğinden zuhur eder. Bazı sonuçlar ise beklenir. Seçim sonuçları işte bu beklenen olaylardandır. Takvim işler, sonuç ortaya çıkar. Tablo herkesin gözü önündedir.

Sonuçta kaybedenler ve kazanlar vardır.

Kazananlar başarılarını izahta güçlük çekmezler. Hak ettikleri budur aslında. Çalışmışlardır, güçlüdürler tabiî olarak başarmışlardır.

Kaybedenlerin durumu karışıktır: “Biz kaybettik” demek zordur. Mağlub mağlubiyetini önce kazananın başarısına yöneltemez bir türlü. Onun kadar uzak durduğu bir husus da kaybedişte kendi rolüdür.

Kazanan hak etmemiştir, kaybeden hakkıyla kaybetmemiştir!

Böyle zamanlarda düşman edebiyatı tavan yapar.

İlk düşman rakiptir: Hile yapmıştır.

İkinci düşman işleyiştir. Süreçte hatalar vardır veya ortaya çıkmıştır.

Üçüncü düşman en muhayyel olandır. Burada komplo teorileri devreye girer.

Hatayı kendinde önce aramak, işin özü budur!

Neden başaramadık, neden kaybettik, mağlubiyetimizin sebebi ne? Hatamız, kusurumuz ne idi?

Bir sonuç ortaya çıkınca aldatıcı saptırıcı yollara tevessül edileceğine kendimizle ilgili soruları cevaplamamız gerekir.

Neden başaramadık? Nerede hata yaptık?

Seçimin üzerinden bir aya yakın zaman geçti bu soruların layıkıyla sorulduğunu, cevaplarının hakkıyla verildiğini duymadık.

Konuyla ilgili basın yayın organlarında ifade edilenlerin dikkate alındığına dair de bir bilgimiz yok.

Türkiye neredeyse bir yıl önce bir sistem tercihi yaptı. Meclis’e dayalı hükümet sisteminden başkanlık sistemine geçti. Hükümet sistemi, başbakanlık ve devletin temsili noktasında Cumhurbaşkanlığı, Türkiye’nin tarih içinde şekillenmiş bir yapı idi. Cumhurbaşkanı 1924 Anayasasında çok yetkili görünmez, fakat fiilen hükümeti de yöneten bir konumdadır. Bu Atatürk’den sonra da devam etmiş, ancak Demokrat Parti döneminde hükümet ağır basmaya başlamıştır. Sembolik cumhurbaşkanlığının ağırlığı 1980 darbesinden sonra birtakım mekanizmalarla artırılmıştır. Cumhurbaşkanını icranın başı olarak işin içine katan bir Anayasa vardır. Kenan Paşa’nın bu yetkileri kullandığını fakat ondan sonraki sivil Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın bundan imtina ettiğini biliyoruz. Belki de kendinde böyle bir otorite göremedi. Nihayetinde kabule dayanan bir durum söz konusu idi. Son cumhurbaşkanımız ise hükümet üzerinde tasarrufu Cumhuriyetin ilk dönemlerine benzer hale getirdi.

Artık bunun ötesindeyiz. Meclis’in hükümeti yok, Cumhurbaşkanı var. Hükümet Cumhurbaşkanının iradesi ölçüsünde mevcut. Bakanlar müsteşar, bakan yardımcıları müsteşar yardımcıları konumunda. Bu iyi mididir, kötü müdür. Hiçbir sistem mutlak iyi veya kötü değildir. Olumlu tarafları, vardır, olumsuz tarafları da. Ağır basan hangisidir? Hatalar, zaaflar, kusurlar nelerdir?

“Bir mahalli seçimden sonra bunları konuşmanın âlemi var mı?” Denilebilir. Bu haklı bir soru gibi görünmektedir. Fakat unutmayalım ki, Cumhurbaşkanı bir siyasi partinin başkanıdır. “Kaybeden nihayetinde bir siyasi parti” deyip geçilemeyecek bir durum söz konusudur.

Düşünmek işin başı! Düşünen, danışan, istişare eden, müşavereyi önemseyen bir yapı kendini sürdürmekte başarılı olabilir.

YORUMLAR (15)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
15 Yorum