Şûle Yüksel: Edebiyattan olmayanın edebiyatı
Şûle Yüksel hanıma rahmetler diliyorum. Sürüp gidene karşı çıkan, kadın cenahında kendine göre örnek oluşturan ve böylece bir dönüşümün öncülüğünü üstlenen bir hanımefendi idi…
Eskiden “aktivist” filan yoktu, okur yazarlık esastı. Yazılmayan, “mestur olmayan”, kitaplaşmayan pek ciddiye alınmazdı. Şûle hanım gazete yazarı olarak göründüğü gibi, bu minval üzere “roman” da yazdı. Gazete yazarlığı için söylenecek bir şey yok, fakat “romancı” mı idi?
Ona “romancı” demek, haksızlık olur; kendisi de “romancı” olarak anılmak istememiştir zannımca. Onun edebiyat yapmak için Huzur Sokağı’nı yazdığını söylemek yanlışı büyütmek olur. O fikrini sözle anlattığında hatib olmadığı gibi, bu şekilde ifade ettiğinde de romancı olmadı. Fakat edebiyatın yapamayacağı şeyler yaptı, bunun için her vasıtayı kullandı.
“Huzur okuyucusu olarak Huzur Sokağı’nı okumadım, okuyamadım” desem yanlış olmaz. Zaten Şûle Hanım’ın edebiyat okuyucuları ile işi yoktu. Daha geniş kitlelere, bilhassa kadınlara, genç kızlara ulaşmak istiyordu. Derdi vardı ve onlara derdini, dâvasını anlatmak istiyordu. Bunu yaptı ve başardı da. Huzur Sokağı edebiyattan olmayanın edebiyatıdır!
Şûle hanımın kitabını okumadığım gibi, şahsî bir tanışıklığımız da olmadı. Bu gerekli mi idi? Ortak zeminlere rağmen bunun olmaması gariptir sadece, yoksa mecburiyet yoktur.
Kitabını okumadım, dedim ama Birleşen Yolları seyrettim. Yücel Çakmaklı’nın bu filmi bir Huzur Sokağı uyarlamasıdır. Dönemin ünlü oyuncuları ve Yeşilcam’ın teknik altyapısı ile gerçekleştirilmiş güzel bir temaşa eseridir. Sinema kitlelere mesaj vermek için edebiyattan daha elverişli gibi gelir bana.
Şûle Hanım, Cumhuriyet ideolojisinin kadınlar üzerinden dindarlar üzerinde tehdit oluşturmasını sekteye uğratan bir başlangıç yapmıştır; gerçek anlamda gedik açmıştır. Vefatı üzerine Cumhuriyet gazetesinin manşeti bunun ifadesi olarak okunmalıdır.
Cumhuriyet’in kadın üzerinden dayattığı tezler zamanla parlaklığını yitirmişse, bunda Şûle hanımın payı önemlidir. Kadınlar hakkında erkeklerin ahkâm kesmesinden, bizzat kadınların kendi hükümlerini koymasına geçiştir bu.
Bir hareketin başlangıç safhası ile gelişme tarzı ve sonuçları farklı resimler ortaya koyabilir. Şûle Hanım, kendi başlangıcının bir mücadeleye dönüşmesinden memnun olmuştur şüphesiz. Şehirli dindarların 1980’lardan itibaren yüksek öğrenim gören çocuklarının hikâyesi Cumhuriyet’in kadınları okutmak masalını, kadın özgürlüğü efsanesini çürüten bir süreçte gelişti. “Kadınlar yüksek tahsil yapmalı ancak bizim gibi düşünenleri, hayat tarzı bizim gibi olanları…”
Türkiye’nin siyasî tarihi son yirmi yılda hızlı bir dönüşüm yaşadı. Tek parti ideolojisi 28 Şubat’taki bütün diriltme hamlelerine rağmen zamana direnemedi. Bir “mağlubiyet ideolojisi” olarak gereğinden uzun sürmüştü zaten. Onun zihin hasarları onarılmadan yaşanan dönüşüm, yerine konulması gerekeni de belirledi. Bugünün manzarası ancak böyle ifade edilebilir.
Şûle Hanım hayattan çekilirken öncülük ettiği mücadelenin böyle bir seyir takip etmesinden mutlu muydu? Kendisiyle yapılan konuşmaya bakılırsa, başörtüsü üzerinden yürütülen mücadelenin geldiği nokta onu huzursuz ediyordu. Görünen o ki, şekil üzerinden yürütülen mücadele kendi özünü oluşturamamıştı. Mücadele iken değerli olan, sonuç alındıktan sonra hızla değersizleşmişti.
Son yıllarında Huzur Sokağı’nın dizi olduğunu da gördü, Şûle Hanım... Huzur Sokağı dizisi dindarların değişimini, bütün çıkmazlarıyla özetleyen bir örnek olarak büyük bir televizyonun bir zaman aralığını doldurdu. Artık ne “islâmcı”lar o islâmcı idi, ne sokak o sokaktı ve ne de huzur o huzurdu…Bir hidayet romanının sonu böylece yazılmış oldu.