Türkiye’de ilim ve siyaset
Türkiye’de ilim ve siyaset denilince akla ilk gelen isim birkaç gün önce vefat yıldönümü dolayısıyla hatırladığımız Fuat Köprülü olmalıdır.
1890 doğumlu Köprülüzade Fuat’ın 1913’te, 23 yaşında Darülfünun’da Edebiyat Fakültesi Türk Edebiyatı tarihi müderrisliğine/ profesörlüğüne tayin edilmesini bugünün şartlarında anlayamayız.
İlk batı tarzı üniversitemiz Darülfunun’un macerası uzun… Daha 1840’larda karar veriliyor, hazırlıklar yapılıyor, hatta bina inşaa ediliyor. Birkaç kere açılıp kapanıyor. Köprülü’nün hocalık yaptığı Darülfünün’un 1900’den itibaren faal olduğunu söyleyebiliriz. 1908 Meşrutiyetin’den ve İttihatçı hâkimiyetinden sonra Darülfünun’a yeni hocalarla şekil verilmeye çalışılmıştır. Hocalar arasına Tevfik Fikret, Mehmed Âkif (her ikisi de kısa süreli), Ziya Gökalp, Yahya Kemal gibi edebiyat âleminden isimler katılmıştır. Köprülüzade, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (1918) kitabıyla kendisine tahsis edilen kürsünün hakkını verdiğini isbat etmiştir. 1924’te Edebiyat Fakültesi dekanı olmuş, Maarif Vekâleti müsteşarlığına getirilmiş, Türkiyat Enstitüsü’nü kurmuş. 1928’de Türk Tarih Encümeni başkanlığına seçilmiş. Bu arada Türk Edebiyatı Tarihi başta olmak üzere bütün dünya türkoloji âleminde yankı uyandıran birçok önemli eser kaleme almıştır.
Daha mühimi: Köprülüzade gerçek bir ilim adamına yakışır şekilde harf inkılâbına karşı çıkmak cesaretini göstermiştir. Konunun tartışıldığı 1926’da görüşlerini açık olarak ortaya koymuş, Latin harflerinin kabulünden sonra da harf inkılâbına karşı tavrını korumuştur, ki o devirde gerçekten cesaret gerektiren bir iştir bu.
Sonra ne olur? Rivayete göre, Köprülü konağından bir gece alınır, Dolmabahçe sarayında gerekli şekilde ikna edilir ve bir daha harf inkılâbı aleyhinde konuşmaz. Bu vak’anın1932 yılında olma ihtimali yüksektir. 1932 Ekiminde Dil Kurultayı’nda sadakat ifadesi konuşmasını yapar, 1933’te ordinaryüslüğe yükseltilir. 1935’te milletvekili yapılır. Sonra da harf inkılabını övücü yazılar yazar!
Şu sıralar ilk Türk Dil Kurultayı üzerinde çalışıyorum. 1932’nin 28 Eylülünde toplanan kurultayın ilmî seviyesi için “sıfır” kelimesi yüksek bir rakam sayılabilir! Aman Allahım ne içi boş iddialar ne ipe sapa gelmez lâflar ne kuru övünmeler. Ve tabiî “Gazi”ye yağcılık seviyesinde medhiyeler düzmeler! Kürsüye çıkıp da Gazi’ye övgüsünü en keskin şekilde ifade etmeyen kimse yoktur.
Kurultay başlar, 7 gün geçer. Önüne gelen konuşur. İlgili ilgisiz herkes kürsüye çıkar. Gazeteler bu konuşmaları ayrıntılı olarak yayınlar. Buna mecburdurlar çünkü. Bütün bu konuşmalar yapılırken bir gazeteci çıkar üst üste dizilmiş küpleri deviriverir. Bu Hüseyin Cahit Bey’dir (Yalçın).
Özetle: Dilde İnkılâb olmaz der! Dil tedricen gelişir, tekâmül eder, zaten 19. Yüzyılın sonlarından itibaren bu süreç işlemektedir. Hüseyin Cahit’den sonra konuşanlar neredeyse istisnasız, onun bu görüşlerini tenkit etmeyi, çürütmeyi vazife sayarlar.
Hani bir halk türküsü var ya, “Hadi gari sen de gel” diye…Gerekli gereksiz, herkes gelmiştir, düğün kurulmuştur, lâkin ortada damat yoktur! Türkiye’de konunun dünyaca tanınmış otoritesi Kurultay’da görünmemektedir. Bu otorite aynı zamanda ülkenin tek üniversitesinin edebiyat fakültesi dekanıdır! 8. Gün oturumun sonlarına doğru Köprülüzade kürsüye çıkar(ılır). İşte o “otorite”nin söyledikleri:
“Söz Köprülü zade Fuat Beye verilmişti. Türk tarihi edebiyatı müderrisi Kurultayın büyük ehemmiyetinden bahisle söze başladı:
-Büyük Gazi türkçeyi kurtarmak için umumî seferberlik emri verdi, manevî inkılâba gidiyoruz.
Bir hatip dilin tabiî bir tekâmül takip ettiğini akademilerin bu tekâmülü tesbitten başka bir şey yapamayacağını söylemiştir, bu eski bir itiraz usulüdür. Her inkılâpta kullanırlar. İçtimaî hâdiselerde nazariyelerini ileri sürenler kadere inananlardır. Türkçe 12 asırdır mütemadiyen tekâmül etmiştir, fakat ileriye değil geriye doğru. Sebebi de âmillerin mili vicdandan uzak olmalarıdır. Hele meşrutiyetten sonrakilerde milli şuur olsaydı dilimiz muhakkak ileri giderdi. Tekâmülü iddia eden hatip geriye doğru bir tekâmül olduğunu bilseydi bunu iddia edemezdi.
Bugünkü Türkiye ileri bir cemiyettir. Eski ve orta zaman bağlarile bağlı değildir ve Türk dili determinizm icabı ilerliyecektir. Modern cemiyetler akademilerinde muhafazakârlara yer veremez, çünkü ona kısa değil uzun adım lâzımdır.
Türk tarihine, millî temayüllere en doğru şekli veren, inkılâbın en büyük mihrakı muazzam dil inkılâbını da ilmi esaslara istinat ettirmiştir. Dil inkılâbı bütün ilmî hazırlıkların ve hayati zaruretin tatbikından başka bir şey değildir. Dil inkılâbı Türk inkılâplarının en muazzamıdır.
(Türk dili en zengin dildir, yeter ki millî şuurla işlensin) diyen büyük Gazi tarihî hedefi en kat’i şekilde göstermiştir. Bunda muvaffak olacağımızdan şüphe edemeyiz, çünkü Gazi’nin lisanile söylüyorum. Ey Türk genci bunun için lâzım olan kudret asil damarlarındaki kanda mevcuttur!”
Metnin imlâsına dahi dokunmadık. Köprülü, daha önce yazdıklarının hepsine sünger çekip, söylemesi gerekeni söylüyor. Akabinde “ordünaryüs” yapılıyor ve 1935’te Kars milletvekili olarak tayin ediliyor…
“Siyaset zâlimdir!” (Devam edeceğiz).