Diplomasi kazandı Mussolini kaybetti

Uluslararası İlişkiler’de realizmin kurucu isimlerinden Hans Morgenthau, uluslararası siyasetteki en temel prensibin ihtiyat olması gerektiğini söyler.

Ona göre, ihtiyat, alınan kararların ve tercihlerin muhtemel sonuçlarının dikkatli bir analiz ve muhakeme süzgecinden geçirilmesi demektir.

Dünya siyaset tarihi, ihtiyatı elden bırakıp, büyük zaferler kazanma hırsıyla, reel güç kapasitelerinin ötesinde hayallere kapılan liderlerin yol açtığı felaketlerle doludur.

Hitler ve Mussolini gibi.

İtalyan faşistlere göre, İtalya savaştan galip ayrılmasına rağmen, hakettiği kazanımları elde edememişti.

Faşistler, cephede askerlerin kanıyla kazanılan zaferin, liberal hükümetin beceriksizliği yüzünden masada sakat bırakılmış bir zafere (vittoria mutilata) dönüştüğünü iddia ediyorlardı.

Mussolini’ye göre, tarihin çarkları kan akmadan dönmeyecekti.

1922’de iktidarı ele geçiren faşist lider, Roma İmparatorluğu’nu yeniden tesis edecek bir Italia Imperiale hayalini gerçekleştirme vaadinde bulunuyordu.

Hayali İtalyan imparatorluğun operasyonel merkezi de “Bizim Deniz” (Mare Nostrum) olarak kabul edilen Akdeniz olacaktı.

Bu nedenle Mussolini, bizzat katıldığı Lozan Konferansı’nda Oniki Ada’nın İtalya’nın elinde kalması konusunda tavizsiz tutum takındı.

Halbuki İtalya’nın Trablusgarp Savaşı sırasında işgal ettiği adaları, 1912 Uşi Anlaşması gereğince Türkiye’ye iade etmesi gerekiyordu.

Türkiye özellikle Meis konusunda görüşmelerin sonuna kadar sürdürdüğü ısrarından, yine İtalya’nın tehditleri sonucunda vazgeçmek zorunda kaldı.

Lozan’ı takip eden yıllarda, İtalya’nın Anadolu’yu yeniden işgal etmek için fırsat aradığına dair endişeler devam etti.

Hatta tarihçiler Musul sorununun olumsuz neticelenmesinde dahi İtalya’nın rolünü tespit ediyorlar.

1928’de imzalanan saldırmazlık anlaşması ve 1932’de Başbakan İnönü’nün İtalya ziyareti gerilimi kısmen düşürse de, Ankara’nın İtalya’ya dair şüpheleri tamamen izale olmamıştı.

Nitekim 1934’de Mussolini’nin İtalya’nın tarihi emellerinin Asya ve Afrika’da olduğunu ilan etmesi, İtalya’yı dış politikanın en temel sorunu haline getirdi.

Asya derken faşist diktatörün kastının, Anadolu toprakları olduğu ortadaydı.

İtalya’ya karşı koyacak bir askeri güce sahip olmayan Türkiye’nin elinde, diplomasiden başka bir araç bulunmuyordu.

Esnek bir denge stratejisini başarıyla uygulayan Türkiye, bir yanda Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa gibi dünya güçleriyle, diğer yanda İtalyan etkisinden aynı şekilde rahatsız olan Yunanistan gibi bölgesel güçlerle yakın ilişkiler geliştirebildi.

Yine, 1934’de Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya’yı bir araya getirerek Balkan Antantı’nı kurulması bu başarılı stratejinin neticesiydi.

1935’de İtalya’nın Etiyopya’yı işgali etmesi Türkiye’nin endişelerinin haksız olmadığını gösteriyordu. Artık dünya güçleri de İtalya’yı başta kendi çıkarlarına yönelik ciddi bir tehdit olarak görmeye başladılar.

Türkiye, bu ortamı kullanarak, 1936 Montrö Sözleşmesi ile Boğazların askeri savunma ve idaresi konusunda Lozan’da alamadığı hakları elde etmeyi başardı.

Diğer tarafta, Etiyopya’nın işgali Kızıl Deniz’e doğru uzanan İtalyan tehdidinin Orta Doğu’dan hissedilmesini sağladı.

Buna karşı Türkiye, 1937’de Sadabad Paktı şemsiyesi altında, bağımsız İran, Irak ve Afganistan’la işbirliği zemini arıyordu.

Mussolini, emperyal arzularının diğer dünya güçleri tarafından tanınmaması nedeniyle, yüzünü Almanya’ya döndü; Hitler’le güçbirliği yaptı.

Onların ittifikanına Japonya’nın da dahil olmasıyla savaşa giden yolun taşları döşenmiş oldu.

Diğer tarafta, savaş yenilgisi tecrübesine sahip, ekonomik ve askeri açıdan yorgun durumdaki Türkiye ise yeni bir savaşın getireceği ağır maliyetin, muhtemel kazanımlarından daha fazla olacağı hesabıyla, aktif tarafsızlık politikası izledi.

İkinci Dünya Savaşı, Mussolini’nin emperyal heveslerini tamamen sona erdirmişti.

1947 Paris Anlaşması’yla Oniki Ada’nın İtalya’dan alınıp Yunanistan’a bırakılması ise, Türkiye ve Yunanistan arasında süregelen gerilimin zeminini hazırlamış oluyordu.

Dönemin Türkiye-İtalya ilişkilerine okuma önerisi:

Dilek Barlas, “Friends or Foes? Diplomatic Relations between Italy and Turkey, 1923–36”, Mevlüt Çelebi, “Atatürk Dönemi ve Sonrasında Türkiye-İtalya İlişkilerini Etkileyen Faktörler” ve Hazal Papuççular, “İki Savaş Arası Dönem Türk Dış ve Güvenlik Politikasında Oniki Ada, 1923-1939.”

YORUMLAR (12)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.