AK Parti hariç herkes CHP
Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla beraber hayatımıza giren yeni bir fenomen de sokak röportajları. Galiba toplumun nabız atışlarının kendi nabzımızla uyumlu olup olmadığını merak ettiğimiz için sıradan bir kamera karşısında basit bir mikrofona fikirlerini açıklayan insanları izlemek hoşumuza gidiyor.
Kamuoyu araştırmalarının sağladığı verilerle mukayese edilemese de doğrudan sokağın sesini duymak toplumun neye nasıl baktığını bize gösterecek diye düşünüyoruz. Belki de daha ziyade kulağımıza tatlı gelen sesleri dinlemek istiyoruz. Sokak röportajlarının böylesine rağbet görmesinin asıl sebebi bu olsa gerek. Ne var ki farklı sesleri duyma imkanı da veriyor bu amatör yayınlar.
Konuşulan mevzular siyasetten ibaret olmasa da son zamanlarda biraz daha fazla siyasi yoğunluk taşıyor söz konusu röportajlar. Gündemi siyaset sektöründeki gelişmelerin belirlemesi sonucunda ister istemez siyasetle yatıp kalkan bir ülkede normal bir eğilim bu. Yaygın medyanın büyük bölümünde bazı konuların hiç konuşulmadığı, muhalif seslerin hiç işitilmediği de hatırlanırsa bunun önemli bir ihtiyaca cevap verdiğini de söyleyebiliriz.
Herhalde bundan dolayı iktidar partileri sokak röportajlarına pek sempatik bakmıyorlar, bu yolla dezenformasyon yapıldığını savunuyorlar ve böylesi yayınların yasaklanması için tedbir arıyorlar. Sokak röportajları yapan amatör gazetecilerden halihazırda cezaevinde bulunanlar da var zaten.
Denk gelirse ve içeriği ilgimi çekerse seyretmeye çalıştığım bu yayınların öğretici olabileceğini düşünüyorum ben. Yalnızca sokaktaki muhalif vatandaşların değil, muvafık olanların da zihinlerinin işleyiş tarzından, düşünüş ve mantık yordamlarından, olaylara bakış açılarından haberdar olmak toplumsal eğilimleri değerlendirme yolunda ufkumuzu açabilir.
Örneğin, geçenlerde seyrettiğim bir sokak röportajında 18-19 yaşlarında bir genç kızımız önümüzdeki seçimde ilk oyunu CHP’ye vereceğini söylüyordu. Yanındaki AK Parti taraftarı annesi ise bu sözleri demokratik bir olgunlukla karşılayarak “Ben karışmam, kendi kararı” diyordu. Öyle diyordu ama kızının siyasi tercihini “CHP hükümetlerini hiç görmemiş olmasına” bağlıyordu. “O da bizim gibi o yılları yaşamış olsaydı bugün hangi partiye oy vereceğini bilirdi” diye ilginç bir yorum yapıyordu.
Anne görünüşe göre kırklarında veya belki en fazla ellilerinin başında olabilecek bir hanımefendi. “CHP iktidarını” görmüş olması pek mümkün değil. Öyle anlaşılıyor ki AK Parti öncesindeki iktidarların hepsini birden kastediyor CHP hükümetleri derken. Çünkü AK Parti seçmenlerinde sık görülen bir bakış bu. 2002 öncesini “CHP devri” olarak tasnif ediyorlar. Erdoğan öncesinden söz açılınca Özal’ın, Menderes’in adını zikredenler elbette çoğunlukta. Ama zihinlerinde AK Parti öncesini bir karanlık çağ gibi kodlayanların ve söz konusu devirlerde ülkenin “CHP zihniyeti” tarafından yönetildiğini düşünenlerin sayısı da az değil.
Bu tuhaf düşüncenin kaynağı bilgisizlik mi? Bilgisizlik olamaz elbette. Burada dikkat etmemiz gereken nokta “CHP zihniyeti” ifadesi belki de.
“Bir toplu iğne bile üretmeyen, her yere heykel diken, Boğaza karşı viski içen, Batılı devletlerin sözünden çıkmayan, dindar insanları hor gören” bir zümrenin dünya görüşünü ifade ediyor CHP zihniyeti sözü AK Partililerin siyaset lugatında.
Yalnızca bir partinin değil, aynı zamanda bir zihniyetin adı CHP onlara göre. AK Parti öncesinde buz dolabı, çamaşır makinası vs. olmadığı gibi ülkeyi yönetenler de CHP zihniyetinin sahiplerinden başkası değildi.
CHP burada “AK Parti olmayan” anlamına geliyor. Yani AK Parti dışındaki tüm partileri kapsıyor.
1950’den itibaren ülkeyi yöneten sağ parti iktidarları ise ya zihniyet olarak CHP iktidarı kabul ediliyor veya tamamen yok sayılıyor. Daha doğrusu 1950’den 2000’lere kadar geçen süre sis altında bırakılıyor. Bir tür ara bölge gibi. Bir 1950 öncesi var, bir de 2000 sonrası. Bir CHP var bir de AK Parti. İkisinin arası “flu” bir alan.
Bu ilginç bir savunma mekanizması (“inkar”) örneği. Çünkü tarihî gerçeklerin zihinlerde çarpıtılması veya toptan inkar edilmesini psikologlar daha ziyade utanılan bir geçmişin yok sayılması ve unutulması arzusuyla bağlantılı sayar. Buradaysa utanılacak bir durum yok gibi görünüyor. Türk siyasi tarihinden DP, AP, MSP, MHP, ANAP, DYP isimlerini kaldırmak söz konusu geleneğin bugünkü temsilcisini destekleyenlere ne kazandıracak olabilir?
