Çaresiziz, tek silahımız hamaset
Gazze’de yaklaşık 10 aydır korkunç bir soykırım devam ediyor. Amaç bu bölgedeki Filistin nüfusunu ortadan kaldırmak, sonra da yerel halktan “temizlenen” toprakları Yahudi yerleşimine açıp İsrail’e katmak... İnsanlık aleminin tanıklık ettiği Holokost’tan sonraki en büyük toplu cinayet bütün dünyanın gözü önünde işleniyor. Bunu yapanlar da Holokost kurbanlarının torunları üstelik.
Her şey gözümüzün önünde oldu. Hiçbir hedef gözetmeyen İsrail saldırılarında evler, hastaneler, camiler, okullar vuruldu. Ekim 2023’ten bu yana toplam 40 bin sivilin katledildiği, bunların yarısını da çocukların oluşturduğu kayda geçti.
Başta ABD olmak üzere Batı dünyası sürdürülen soykırımın arkasında duruyor, katillere tavizsiz destek veriyor. İslam ülkelerinin büyük çoğunluğu ise konuyla pek ilgili görünmüyor. Yalnızca iki ülkenin yöneticileri zaman zaman “ileri” laflar ediyorlar. Biri İran, diğeri Türkiye. Bilhassa komşumuz İran’ın yönetici kadrosu sık sık İsrail’i ortadan kaldırmaktan, Siyonist rejimi coğrafyadan kazımaktan söz ediyorlar.
Ancak bu tür açıklamalar kuru gürültüden ibaret kalıyor. Ne İsrail’in cinayetlerini durdurmaya ne de bu katliamın arkasında duran Batı ülkelerinin fikir değiştirmesine yol açıyor.
İran rejimi Hamas lideri Haniye’nin kendi başkentlerinde “güdümlü füze” fırlatılarak öldürülmesine bile mani olamıyor. Tıpkı en önemli savaş liderlerinden Kasım Süleymani’ye yönelik suikasta mani olamadığı gibi. Tıpkı nükleer çalışmalar içindeki mühendislerinin kendi ülkesinde katledilmelerine ve nükleer tesislerini hedef alan saldırılara mani olamadığı gibi. Tıpkı en önemli dini mekanlarının başında gelen İmam Rıza Türbesine yapılan saldırıya mani olamadığı gibi.
Mani olamamak bir yana, İran bu türden saldırılara ciddi anlamda ve caydırıcı şekilde cevap bile veremiyor. Belki de istihbarat ve güvenlik birimleri başörtüsü takmak istemeyen genç kadınlarla ve onların haklarını savunan gruplarla meşgul olduğu için başka konularla ilgilenemiyor.
Ancak şurası muhakkak ki MOSSAD ajanlarının ellerini kollarını sallayarak dolaştıkları, en ciddi operasyonları kolayca gerçekleştirdikleri bir ülkede devlet gücünden söz etmek kolay değil. Yalnızca kendi vatandaşlarına gösterebildiğin güç “güç” değildir. Kurumları etkisizleşmiş, koordinasyonunu kaybetmiş, hiyerarşisi belirsizleşmiş bir yönetim mekanizmasıyla devleti ayakta tutmak da kolay değildir.
Türkiye, çok şükür, istihbarat ve güvenlik alanında İran ölçüsünde gerileme yaşamadı ama Başkanlık sistemi adı altında yöneldiğimiz otokratik yönetimin kurumları etkisizleştirdiği, devlet yapısını hantallaştırdığı, konuştuğumuz bağlamda ise dış politikayı büyük ölçüde iç politikanın oyuncağına dönüştürdüğü ortada.
Böylesi bir tabloda kamuoyunun yüreğine su serpebilmek için ister istemez içi boş bir retorik devreye giriyor. Bizimkiler de İranlı yetkililerin söylediklerine benzer sözler söylemeye mecbur hissediyorlar kendilerini. “Karabağ’a, Libya’ya nasıl girdiysek İsrail’e de aynı şekilde gireriz” gibi sözlerin başka izahı yok.
Kaldı ki Gazze’deki savaşın başlangıcında Ankara meseleye “teenni” ile yaklaşmayı tercih etmişti. Yaşanan vahşet karşısında bizim hükümetin ilk günlerde büyük ölçüde sessiz kalması, sonra ancak -nedense- MHP lideri Bahçeli’nin üstelemesiyle konuyu gündemine alması dikkat çekiciydi.
Bu tavrın birbiriyle bağlantılı iki sebebi olduğunu yazmıştım burada: Birincisi, son dönemde Tel Aviv ile ilişkilerin düzeltilmesi yolunda atılan ciddi adımlara zarar gelmesi istenmiyordu. Çünkü belirli bir süreçte izlenen politikalar neticesinde hem bölgemizde hem de dünyada çok fazla yalnız kalmıştık. İsrail bu yalnızlıktan kurtulma yolunda kilit bir rol oynayabilirdi.
İkincisi, akıl dışı politikalar yüzünden ülkede yaşanan ekonomik sıkıntıların üstesinden gelebilmek için ihtiyaç duyulan dış sermaye bu tutumun gösterilmesinde rol oynuyordu. Çünkü yine son zamanlarda aramızı düzelttiğimiz Suudi Arabistan ve BAE en önemli finansal destekçimiz haline gelmişti ve yine son zamanlarda İsrail ile aleni bir yakınlaşma içine giren bu ülkeler Hamas’ın baş düşmanıydı.
7 Ekim saldırıları sırasında Türkiye’de bulunan İsmail Haniye ve diğer Hamas yöneticilerinden “derhal” ülkeden ayrılmalarını istemiştik zaten. Ne var ki İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği kıyım kısa sürede öyle bir raddeye ulaştı ki bütün dünyada insanlar sokaklara çıktı, meydanları doldurdu. Türkiye’de ise iktidar partisinin tabanı Erdoğan’ın çıkıp bir şey söylemesini/yapmasını bekliyordu.
Bunun üzerine hükümet de dilini giderek sertleştirmeye yöneldi. Ancak İsrail ile ticareti durdurması için altı ayın geçmesi gerekti. Azerbaycan petrollerinin Türkiye üzerinden bu ülkeye sevkiyatı ise hiç hız kesmeden devam ediyor. İsrail’in elektriğini de Türk şirketleri sağlıyor.
Galiba iktidar postunda oturan kadronun düşüncesi şu: Nasıl olsa İsrail’i durdurmamıza imkan yok, öyleyse kendimizi de çok fazla zarara uğratmadan geçiştirelim bu devranı. Vatandaşın öfkesini yönetmek için de retoriğimizin hamaset dozunu biraz daha arttırırız, olur biter.