‘Çok güzel’ mi olsun ‘daha güzel’ mi olsun?

YSK’nın tartışılan kararıyla yeniden yapılacak olan seçim yarışına Ekrem İmamoğlu’nun ciddi bir avantajla başladığı görülüyor. Avantaj dediğim eldeki 13 bin oy farkı değil tabii. Daha ziyade toplum nezdindeki algısı ve iletişim üstünlüğü…

İmamoğlu avantajla başlıyor… Çünkü 31 Mart gecesindeki Anadolu Ajansı’nın veri akışı skandalından YSK’nın iptal kararını açıkladığı 6 Mayıs gününe kadar yaşananların oluşturduğu “ağır mağduriyet” görüntüsünün iktidar kanadına olumlu yönde bir etkisi olacağını düşünmek zor. Gelgelelim İmamoğlu için bunun tam aksi geçerli. Türk toplumu, ne olursa olsun, adaletsizliğe ve haksızlığa karşı duyarlıdır. Tepkisini şu veya bu şekilde gösterir.

Elbette AK Parti adayına oy vermiş olan yüzde 48 oranındaki seçmen kitlesinin “İmamoğlu’nun mağduriyeti” konusunda öbür yüzde 48 ile hemfikir olduklarını söylemek yanlış olur. Bu kitle içinde sandıkta hile yapıldığına, oyların çalındığına inananların sayısı az değil. (Çünkü bizim toplumumuzda siyasi kanaatler de kimlik ve aidiyet duygularına göre oluşur.) Ancak görünen o ki 31 Mart’ta Binali Yıldırım’a oy vermiş olan kitlenin tamamını sözkonusu iddiaları inandırıcı bulanlar oluşturmuyor. Kamuoyu yoklamalarına da yansıdığına göre, bu kesimin kayda değer bir bölümü sandıkta hile yapılmış olduğu iddiasına inanmıyor.

Elbette bahsi geçen seçmen grubunun yeniden kurulacak sandıkta öncekinden farklı bir tavır gösterip göstermeyeceğini bilmek mümkün değil. Mamafih bu durumun sandık sonuçları üzerinde belli ölçüde etkisinin olacağını tahmin etmek zor sayılmaz. Bu etkinin derecesini ise adayların toplumla iletişimi belirleyecek. Ama bu konuda da İmamoğlu’nun avantajlı olduğu ortada…

***

İmamoğlu -gündemdeki malum slogandan da bağımsız olarak- İstanbullulara verdiği mesaj itibarıyla özetle “Ben yeniden seçilirsem her şey çok güzel olacak” diyor. Buna karşılık iktidar cenahı “İmamoğlu yeniden seçilirse her şey çok kötü olacak”tan başka bir şey demiyor.

“Kötü olacak”tan kasıt “bunlar başörtülü belediye çalışanlarını kapı önüne koyacaklar” veya “gizli bilgileri FETÖ ve PKK ile paylaşacaklar” gibi akılları zorlayan iddialardan “belediye meclisinde çoğunluk bizde, merkezi hükümet bizde... başarılı olamazlar” gibi daha rasyonel uyarılara kadar uzanan bir söylem demeti...

Netice itibarıyla bir tarafta pozitif bir dil var, öbür tarafta alabildiğine negatif. Adaylardan biri ümit sunuyor insanlara, öbürü rakibinin vaat ettiği ümitlerin geçersizliğini anlatmaya çalışıyor. Ama kendisi de herhangi bir ümit sunmuyor. Ben seçilirsem şimdikinden daha iyisini vaat ediyorum demiyor. Söylediği şey “Ben seçilmezsem bugünleri çok ararsınız” diye özetlenebilir. Tabiri caizse korkutarak oy isteme stratejisi. Yani birinin referansı ümit, öbürünün korku...

Şimdi bu tabloda avantajlı taraf hangisi derseniz, ayakları yere basmak şartıyla ümit sunan tarafın şansının daha fazla olduğunu söylerim size... Pozitif bir dille kampanya yapan tarafın negatif kampanya dili karşısında daha avantajlı olduğunu...

***

Pozitif-negatif dil demişken, MHP lideri Bahçeli’nin Cumhur İttifakına 23 Haziran için slogan önerisinin “Yıldırımlar çaksın” olduğunu da hatırlayın... 31 Mart öncesindeki ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı dilden şikâyet için “seçime mi gidiyoruz, savaşa mı giriyoruz” diyenlere cevaptır belki bu savaş narası gibi slogan… Ancak Cumhur İttifakı’nın İstanbul seçimini bu defa kazanmasını sağlayabilecek bir yaklaşımın ifadesi değil bu…

Gerçi AK Parti’nin özellikle son yedi sekiz yıldır sürdürdüğü “taban konsolidasyonu” politikası doğrultusunda toplumdaki siyasi kutuplaşmanın bugüne kadar iktidar kanadına oy getirdiği, daha doğrusu sayısal üstünlüğünü koruma imkânı sağladığı doğru. Ancak bu stratejinin artık büyükşehirlerde işe yaramamaya başladığı görülüyor. Bu çerçevede İstanbul seçiminde de bu anlamda bir kutuplaşma atmosferinden fayda ummak gerçekçi olmayabilir.

Zaten 31 Mart’taki sonuç da bunu gösteriyor… Demek ki kutuplaştırıcı dilin ve negatif söylemin dışına çıkmadan 23 Haziran’da tekrarı yapılacak seçimde bir başarı elde etmek kolay olmasa gerek.

Aslında AK Parti’de pozitif-negatif denkleminin dışına çıkma çabaları da yok değil. İmamoğlu için üretilen ve bir anda popülerleşen “her şey çok güzel olacak” sloganına karşı Erdoğan’ın dile getirdiği “her şey daha güzel olacak” sözünün AK Parti’nin sloganı olarak öne çıkarılma çabası böyle görülebilir…

Ne var ki burada da aktif kampanya-pasif kampanya eşitsizliği çıkıyor ortaya bu defa. Bir yanda söylem üreten ve gündem belirleyen bir cephe var, öbür tarafta ise rakibinin ürettiği söyleme ve rakibinin belirlediği gündeme ayak uydurmaya çalışan diğer cephe.

Hasılı kelam, iktidar kanadında yılların yorgunluğundan mı desek, son zamanların hatalı politikaları yüzünden mi desek -kırıcı olmayan bir tabir kullanmak gerekirse- bir “kafa karışıklığı” kendini belli ediyor.

İşte bunun için diyorum, İmamoğlu yarışa avantajlı giriyor diye…

YORUMLAR (182)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
182 Yorum