Depremde imar rantını düşünmek
Önceki gün KARAR’ın manşetinde gördünüz: İstanbul’u deprem riskine karşı korumak üzere 1999 sonrası alınan önlemler ve can havliyle başlatılan hazırlıklar kısa sürede unutulup tümüyle rafa kaldırıldı, geçen çeyrek asır boyunca da hiçbir şey yapılmadı. Üstüne üstlük, Kanal İstanbul diye bir lüks konut projesini hayata geçirmek için yeni riskler bile göze alındı.
Düşünebiliyor musunuz, 1999 depremi sonrasında 496 adet olan deprem toplanma alanlarının sayısı geçen çeyrek asır içinde artacağına azaldı, 77’ye indi. Çünkü geri kalanları imara açıldı, üzerlerine binalar dikildi.
Keza yıllardır toplanan deprem vergileri başka yerle harcandı. 1999 sonrası belirli yerlere yerleştirilen deprem konteynırlarının hepsi birden sırra kadem bastı. Deprem sırasında acil ulaşım için araç parkı yasaklanan yolların en az birer şeridi kaldırımlar da dahil sokak otoparkı olarak kullanılmaya başlandı.
En önemlisi, kentsel dönüşüm adı altında belirli semtlerde göstermelik ve rantsal dönüşüm yapıldı yalnızca. Avcılar başta olmak üzere bazı ilçe belediyelerinin özel gayretleri bu yolda kısmî ve lokal anlamda bir mesafe alınmasını sağladı ama deprem riskinin yüksek, yapılaşmanın sağlıksız, yerleşimin düzensiz olduğu başka bazı ilçelere müteahhitler hiç uğramadı. Bu durum “Vatandaş istemiyor, biz ne yapalım” diye savunuldu.
Yani imar rantının nispeten daha yüksek olduğu ilçelerde ve semtlerde mülk sahibi vatandaşlar kentsel dönüşüm projelerine dahil oluyor ama diğerleri uzak duruyor. Devleti yönetenler de biz ne yapalım diyorlar.
Ne yapmaları gerektiğini bizim söylememizi mi bekliyorlar acaba? Pek öyle de görünmüyor. Öyle olsa dilimizde tüy bitiren konularda bir gelişme olurdu.
1999’dan itibaren boyuna yazdık, söyledik durduk: İstanbul’un nüfus yoğunluğunu ve yeni yapılaşmaları arttıracak yatırımlar yerine -ekonominin sьrekli зalışması gereken motoru denilen- inşaat sektörünün kentsel dönüşüme seferber edilmesi icap ediyordu. Ama böylesi rasyonel çözümlere rağbet edilmedi. Göz boyamaya yönelik işler yapıldı sürekli.
Kendilerine sorsanız, “Şehrin trafik sorununu çözmek için, vatandaşın konut ihtiyacını karşılamak için yapıyoruz bu yatırımları” diyorlardı. Oysa şehrin trafik sorunu yol, köprü, kavşakla değil, raylı sistemin yaygınlaşması, deniz yolu gibi alternatiflerin kullanılması ve hepsinden önemlisi kontrolsüz göçün önlenmesi ile çözülebilir dedik. Yeni konut arzı değil eski konutların depreme dayanıklı hale getirilmesi lazım dedik. İstanbul’un birçok bölgesindeki düzensiz yapılaşmanın düzen içine alınması da yine bu yolla mümkün olur dedik. Göçü özendirecek, yapılaşmayı artıracak gösterişli yatırımlar fayda değil zarar verir dedik. Uzmanların görüşleriydi bunlar, biz onları aktarıyorduk. Aklın, bilimin, uzmanlığın, yaşanmış tecrübelerin ürünleriydi bu öneriler ve uyarılar.
Ne var ki nüfus ve yapılaşma artışını teşvik edecek köprü, kavşak, yeni konut alanları inşa etmeye bütün hızıyla devam edildi. Bunu bir yana bırakın, Kanal İstanbul gibi bir fantezi bile kentsel dönüşüm ihtiyacının önüne geçirilebildi.
Açık söylemek gerekirse, burada mesele deprem konusunda hassasiyet eksikliği değilmiş gibi görünüyor. Deprem konusunda hassasiyet eksikliği değil, rant konusundaki hassasiyet fazlalığı buradaki mesele.
Allah aşkına biri şu basit soruya cevap versin: Bir afet durumunda vatandaşların toplanması için ayrılan, adı üstünde, deprem toplanma alanlarının imara açılıp buralara AVM, rezidans vs. inşa edilmesi olacak iş mi?
Bir romanda okusanız, bir filmde seyretseniz gerçekçi değil diyeceğiniz bir olay. Orta okulda bize roman “Yaşanmış veya yaşanması mümkün olan olayları anlatan metin türü” tarifiyle öğretilmişti. Deprem riski altında olduğu söylenen bir şehirdeki acil durum toplanma alanlarının imara açılıp üzerlerine AVM, rezidans vs. yapılması “olabilecek” bir şey mi? Kimin aklı alır bunu?
Aslında düşününce akıl almaz gibi gelse de bu ülkenin insanları olarak bunları aklımız almıyor da değil. Ne de olsa alışığız biz bu kafaya. Hatırlayacak olursanız, yakın zaman önce İstanbul’da deniz kenarında yer alan okul binaları “Buralarda imar rantı var” diye boşaltılıp satışa çıkarıldı, sonra buralarda otel vs. yapıldı.
Kazanç duygusu insanı yoldan çıkarabilir, beşer olarak fıtratımız buna müsait. Gelgelelim devlet yönetiminde rant hassasiyetiyle hareket edilmesi tuhaf değil mi? Daha uygun bir sıfat bulamadığım için tuhaf diyorum. Dünyanın başka hangi ülkesinde okul binaları “imar rantı var” diye boşaltılıp satışa çıkarılabilir? Kimin aklına gelir, kim bunu yapar? Hangi toplum böyle bir uygulamayı normal karşılar?
Boğaz semtlerindeki tarihî okul binalarının rant değerini dert eden bir aklın deprem toplanma alanlarındaki rantı ıskalaması da beklenemez elbette. Bunun bir sonraki aşamasının ne olabileceğini düşünemiyorum.
İstanbul’un muhtemel bir depreme hazırlanması konusu açıldığında canlanan tabloda ne görüyoruz? Kentsel dönüşümde rant, toplanma alanlarında rant, orada rant, burada rant… Öbür tarafta o yapılmamış, bu eksik bırakılmış, şu ihmal edilmiş vs. vs.
Kimse kusura bakmasın, burada artık problem “deprem riski konusunda hassasiyet eksikliği” ile açıklanabilir gibi görünmüyor. Bundan çok daha derin bir eksikliğimiz var bizim…














