Ecdat böyle yargı dağıtmadı
Milliyetçi/muhafazakâr kesimlerde en çok sevilen, hemen her popüler tarih kitabında yer verilen “Osmanlının faziletleri” temalı hikayelerin başında “Rum mimarbaşı ile Fatih’in mahkeme macerası” gelir. Hikâyeye göre, Fatih Sultan Mehmet “Benim camimin sütunlarını kısaltıp Ayasofya kadar yüksek olmasına engel oldu” diye suçladığı “Rum” mimarbaşının ellerini kestirir. Adam şikayetçi olunca Padişah’ı mahkemeye çağırırlar. Hatta mahkemede kadı “Burada hasmınla yüzleşeceksin” diyerek padişahın oturmasına izin vermez. Yargılama ayakta yapılır. Fatih’in haksız olduğuna karar verir kadı efendi ve “kısas”a hükmeder. Yani ceza olarak padişahın iki eli kesilecektir. Ancak “Rum mimar” Fatih’in elinin kesilmesine razı olmaz ve bu muhteşem adalet tablosundan etkilenip hemen oracıkta Müslüman olur. Bunun üzerine elleri olmayan zavallı adamın ömür boyu geçimini sağlama yükümlülüğünü padişaha verir Kadı. Padişah bunun devlet hazinesinden karşılanmasını teklif ederse de Kadı “Hayır” der, “kendi kişisel gelirinden ödeyeceksin.”
Bu güzel ve anlamlı hikâye ne yazık ki Fatih devrine ait tarih kaynaklarında yer almaz. İlk göründüğü yer Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesidir. Ancak Evliya’nın hikayesinde mimarın ne adı ne dini ne de etnik kökeni zikredilir. Mamafih Seyahatname yazarı bir ipucu verir bize: Söz konusu mimarbaşının yerine daha sonra “Abdal Sinan”ın geçtiğini söyler. Bu isimde bir başmimar kayıtlarda bulunmadığına göre belli ki Atik Sinan’a işaret etmektedir. Fatih Camii’nin Rum asıllı mimarına. Yani tarihteki “gerçek hikâyenin” gerçek kahramanına. (Evliya’nın bu şaşırtmacasının sebebi ayrı bir gizem.)
***
İlk defa Seyahatname’de karşımıza çıkan söz konusu hikâyeye karşılık, bazı anonim “Tevarih-i Âl-i Osman” varyantlarında Atik Sinan’ın padişahın emriyle dövülerek öldürüldüğü rivayeti vardır. Ayrıca mezar taşında da 1471 senesinde (cami inşaatının bittiği sene) “şehit edilerek” hayatını kaybettiği yazılıdır. Demek ki ilk olarak Evliya Çelebi’nin anlattığı -ve yakın zamanlarda yeniden elden geçirilip yeni ayrıntılar ilavesiyle zenginleştirilen- hikâye gerçek değil.
Bana sorarsanız, kendi anlattığı hikâyenin kurgusal olduğunu yine Evliya’nın kendisi haber veriyor bize. Şöyle: Hikâyenin günümüzdeki en yaygın versiyonuna göre yargılamanın ardından herkes ortadan çekildikten sonra padişah kadı efendiye “Molla, eğer adil davranmayıp bana bir ayrıcalık yapsaydın şu kılıçla başını uçururdum!” der. Kadı ise cevaben “Eğer sen de ben padişahım deyip şeriata karşı gelseydin ben de şu minderin altında gizlediğim gürz ile kafanı dağıtacaktım” diye kükrer.
Oysa Seyahatname’de Padişah “Efendi, eğer bu sultandır diye beni koruyup mimara gadredeydin şu topuz ile seni ezerdim” diye eteği altında sakladığı topuzu işaret eder. Kadı ise “Sen dahi benim şer›ile hükmettiğime razı olmayıp zerre kadar şeriattan ayrılsaydın şu post altındaki ejdere seni helâk ettirirdim” diyerek minderi kaldırıp ağzından ateş saçan bir ejderhayı gösterir.
***
Yargıcın minderinin altından “ağzından ateş fışkıran bir ejderha” çıkarması hikâyenin kurgusal olduğunun, en azından mahkeme bölümünün gerçek olmadığının ifadesi olsa gerek. Yoksa Evliya da bilirdi hikâyenin inandırıcı olması için minderin altından Ejderha yerine gürz çıkarmayı.
Günümüz metinlerinde ise Evliya’nın “aklına gelmeyen” bu işlem yapılmış, anlatılanlar gerçekçi görünsün diye Kadı hazretlerinin padişaha ejderha yerine minderin altından gürz göstermesi tercih edilmiş. Mimarın Hristiyan bir Rum olması, Osmanlının adaletini görünce Müslüman olmaya karar vermesi gibi detaylar ise hikayedeki muazzam eşitlik ve hukuk tablosunun esasen İslam’ın bir tecellisi olduğunun altını çizmek üzere uydurulup eklenmiş gibi görünüyorlar.
Büyük ihtimalle Evliya Çelebi’nin bu hikayeyi bu şekilde anlatmasındaki gaye(lerden biri) de kendi devrinin adaletsizliklerine dikkat çekip “Sizin ecdadınız böyle değildi, adaletin üstüne titrerdi, ülkeyi yönetenler onları örnek almalı” mesajı vermekti. Nitekim geçmişle ilgili birtakım metaforik hikayeler üzerinden kendi gününe “dolaylı mesaj” verme usulü Osmanlı literatüründe çok yaygındır.
Yine de Fatih Camii’nin mimarının başına tam olarak ne geldiği tarihçilerin çözmesi gereken bir mesele. Ama bugün Evliya Çelebi’nin hikâyesini göz yaşlarıyla dinleyen insanların hukuk ve adaletin pratikte icrası konusunda güncel bir meseleyle karşılaştıklarında hiç de kıssadan hisse çıkarmış görünmeyişleri neye bağlanmalı? Asıl çözülmesi gereken mesele bu galiba.