Onlar da bize yapmıştı, şimdi sıra bizde
YSK’nın İstanbul seçimlerini iptal kararı yalnızca muhalefet cephesinde değil, AK Parti tabanında da rahatsızlık uyandırdı. Çünkü hukuken savunulabilir hali yok bu kararın. Başta 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu olmak üzere bu cenahın önde gelen mensupları tepkilerini açıkça ifade ettiler. Bu mesajların “mahalle”deki hatırı sayılır bir kitlenin hislerine de tercüman olduğu ortada.
Ancak “mahalle”de YSK sürecinden memnun olanlar da yok değil tabii. Memnuniyet duyanlar iki kesim. Biri İstanbul seçimlerinde “organize oy hırsızlığı” yapıldığına samimiyetle inananlar. Gerçi YSK’nın İstanbul seçimlerini iptal kararı AK Parti’nin “organize oy hırsızlığı” iddiasına dayanmıyor, iptal gerekçesi daha çok “usul”le ilgili. Ama sözkonusu kesimin zihnindeki algı bu şekilde. Dolayısıyla gayet memnunlar sonuçtan. Hak yerini buldu diye düşünüyorlar. Bu sefer hilesiz hurdasız bir seçim yapıldığında bizim parti kolayca kazanacak diyorlar.
Diğer yandan, “mahalle”de bir kesim daha var memnun olan. Onlar tabiri caizse “dosyanın içeriğini” pek umursamıyorlar. Meseleyi “bizim mahalle” ile “öbür mahalle” arasında öteden beri devam edegelen kavganın safhalarından biri olarak görüyorlar. “Bizim mahallenin çocuklarıyla öbür mahallenin çocukları arasındaki kavga” diye bakıyorlar konuya. “Her ne olursa olsun mahallemizin çocuğunun yanıdır bizim yerimiz” diyorlar. “Bizim çocuğun” haklı ya da haksız olmasının önemi yok burada… Hatta hak, hukuk, adalet vs. diyen “mahalledaş”larına da tepkililer. Diyorlar ki “Ne çabuk unuttunuz bunların bize yaptıklarını…” Ve ekliyorlar: “367 kararını, kapatma davasını vs. destekleyenlerle aynı safta mı yer alacağız!”
***
Bu yaklaşım aslında iki “mahalle”nin birbirlerinden farklı değerlere sahip olmadığının da örtük itirafını içeriyor. Bize yapılanlara yanlış olduğuna inandığımız için değil, bize yapıldığı için itiraz etmiştik itirafı…
Ancak haksızlık etmeyelim, bu “aynı safta yer alma” hassasiyetini insani ve evrensel değerlerin önünde tutma tavrı Türk toplumunda AK Parti tabanıyla mukayyet bir hastalık değil. Her kesimde var bu mahalle dayanışması duygusunun dejenerasyonu. Bugünkü meseleye bakarken 367 entrikasını akıllarından çıkaramayan muhafazakârlar büsbütün haksız değil belki de.
Geçenlerde bu sütunda yeni yayımladığı eserinden bahsettiğim siyaset bilimci Murat Önderman’ın tespitiyle, “Türk toplumunda kolektivist zihniyet ahlakın etki alanını grup sınırları içine hapsediyor.” Yani ahlak normları mahallelinin kendi arasındaki konularda geçerlidir, “öteki”lerle ilgili konularda geçerli değildir. Bu yüzden mahallenin sakinleri öbür mahallelerin sakinlerine güvenemiyor, sürekli kuşku duyuyor. Kuşku paronayaya, paranoya ise ayrışmaya, uzaklaşmaya ve nihayet kutuplaşmaya yol açıyor.
***
AK Parti tabanında işin hukuki boyutunu umursamaksızın “mahallenin takımının kazanması adına” YSK’nın kararından memnuniyet duyanlar olduğu gibi, İstanbul seçimlerinde “organize oy hırsızlığı” yapıldığına samimiyetle inananlar da var demiştik…
Özellikle AK Parti medyası ilk gruptakilerin zihniyetiyle yönetildiği için bu ikinci grubun kanaatlerini de büyük ölçüde şekillendiren böylesi yayınlar oluyor. Oysa “organize oy hırsızlığı” iddiaları bir ayı aşkın süre boyunca araştırıldı. Bu iddiaları doğrulayacak bir veri veya kanıt bulunamadı. Dolayısıyla ne il ve ilçe seçim kurullarının ne de Yüksek Seçim Kurulu’nun bu yönde bir kararı söz konusu.
Anadolu Ajansı’nın çabaları seçimi Yıldırım’a kazandırmaya yetmeyince seçim gecesinin ardından yapılan itirazların bir kısmı yasal mevzuata ve temayüllere uygun olmasa bile YSK tarafından dikkate alındı. AK Parti’nin yüksek oy aldığı yerlerde yeniden sayım yapıldı, geçersiz oylar konusundaki kriterler yumuşatılmak suretiyle bir kısım oylar geçerli hale geldi. Ama bunların da aradaki farkı kapatmaya yetmediği görülünce İmamoğlu’na mazbatası mecburen verildi.
Bu süreç boyunca birbiri ardına ortaya atılan Büyükçekmece, KHK’lı seçmenin oyları, kısıtlı seçmene oy kullandırılması vs. gibi konu başlıklarındaki iddialar ne hukuka ne de mantığa sığmadığı halde sırayla hepsi “mahallenin çocukları” tarafından hiç itirazsız savunuldu. Şimdi de iptal kararındaki “sandık kurullarında kamu görevlisi olmayan kişilerin başkan olarak görevlendirilmiş olması” gerekçesi savunuluyor.
Ama tabii bu kararın “usulsüz oluşturulduğu” söylenen aynı sandık kurullarının görev yaptığı diğer seçimler için ve hatta aynı seçimde ilçe belediye başkanlığı ve belediye meclis üyeliği için kullanılmış oylar konusunda bağlayıcı kabul edilmemesine ses çıkarılmıyor. Mahallenin takımının kalesine gol atılmasına tahammül yok çünkü. Ne olursa olsun…
İşte bu tabloda mahallede hatırı sayılır sayıda birilerinin hakkaniyeti ve adaleti esas alan bir tavır göstermeleri, geleneğimizdeki “sana yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma” öğüdünü hatırlatmaları, ahlak değerlerini kendi grup çıkarlarının önünde görmeleri çok değerli.