Türkiye’nin bir ‘geçiş takvimi’ var mı?
İnsanlık aleminin çok uzun zamandır karşılaşmadığı büyüklükteki virüs salgını yaklaşık dört ay sonra ilk çıkış yeri olan Çin’de bir ölçüde kontrol altına alınmış görünüyor.
Ancak dünyanın geri kalanında salgının kontrol altına alınma aşamasına henüz gelinmiş değil maalesef. Aralarında Türkiye’nin ve ABD’nin de yer aldığı birçok ülke, deyim yerindeyse, “felakete hazırlanma süreci” içinde bulunuyor.
Bu süreçte güneydoğu Asya ülkeleri başta olmak üzere sözkonusu felaketle daha önce karşılaşmış olan ülkelerin tecrübeleri dünyanın geri kalanı için bir şans. Bu konuda önlem ve mücadele anlamında doğru yapılanlar ve yanlış yapılanlar ayrı ayrı değerlendirilerek her ülkenin kendisine uygun politikaları oluşturmaya yönelmesi mümkün. Ancak Koronavirüs’e karşı mücadelede başarılı olanlarla bu işi pek başaramamış görünen ülkeler mukayeseli şekilde ele alındığında problemin başlıca iki kaynağı olduğu anlaşılıyor: Toplumların karakteristik özellikleri ve yönetim anlayışları.
Bir tarafta İran, İtalya ve İspanya gibi ülkeler, öbür yanda ise Güney Kore, Almanya ve diğerleri… Hem toplumlarının kültürel özellikleri hem de en azından bugünkü yönetimlerinin tarzları itibarıyla kolayca kategorize edilebilecek ülkeler bunlar. Dolayısıyla bizim gibi halihazırda “felakete hazırlanma süreci” içinde bulunan ülkelerin bir yandan hangi tecrübeleri esas almaları gerektiğini, öbür yandan da kendi toplumsal özelliklerini dikkate alarak önlem ve mücadele yöntemlerini belirlemeleri icap ediyor.
Söz gelimi bir ülkede vatandaşlara “evde kalsanız iyi olur” dendiğinde bu işe yarıyor olabilirken, başka ülkelerde siyasi liderlerinin veya toplum seçkinlerinin ne söyledikleri kadar ne yaptıklarının da önemi olabiliyor. Binaenaleyh, hangi ülkenin sokağa çıkma yasağı koyarak, hangisinin vatandaşların kendi OHAL’ini uygulamasını bekleyerek başarılı olabilecekleri üç aşağı beş yukarı bellidir.
***
Türkiye önünde bulunan örneklerden faydalanma imkânı anlamında şanslı bir durumda. Hükümetin en büyük şansı ise muhalefet partilerinin yapıcı bir yaklaşım içinde olmaları. Yaşanan felaketi siyasi çıkar konusu olarak suiistimal etme eğilimi yok muhalefette. Süreç boyunca karşılaştığımız birçok eksiğe, yanlışa ve gecikmeye rağmen sert sayılabilecek eleştiriler bile dile getirilmiyor. Avrupa ülkelerinde ve ABD’de yapılan siyasi tartışmalarla kıyaslarsanız bunu daha net görebilirsiniz. Kuşkusuz medyanın tutumu hakkında da aynı durum geçerli. Bu durumda hükümetin radikal sayılabilecek birtakım tedbirleri erkenden alması, toplumun tepkisi ne olur diye hesap yapma gereği duymadan hareket edebilmesi önemli bir imkân.
Türkiye’nin sahip olduğu bütün bu şansları veya imkanları içinden geçmekte olduğumuz felaket sürecinde bardağın dolu tarafı olarak ele alıp geleceğe yönelik hazırlıklardan geri durmamak gerekiyor. Çünkü bugünün bir de yarını olacak.
Şu anda dünyadaki bütün hükümetler küresel nitelikli bu salgının yayılmasını durdurmak ve can kayıplarına engel olarak normal hayata dönüşü temin etmek peşinde. Ancak bu iş bittikten sonra mücadelenin bir de ikinci aşaması başlayacak.
***
Herkes biliyor ki bu çapta bir krizin doğal sonucu olarak ciddi boyutlarda ekonomik ve sosyal problemler ortaya çıkacak. Bugünkü süreç içinde işyerlerinin kapanması, üretimin durması, ticaretin asgari seviyeye inmiş olması dolayısıyla ortaya çıkan ekonomik problemler henüz “yönetilebilir” seviyede. Ancak bu problemler şimdiki haliyle, yani daha fazla büyümeden bile olsa, devam ettiği müddetçe her geçen gün ekonomik maliyetin yükünü daha da taşınamaz hale getirecektir. Kaldı ki Koronavirüs salgınının yol açtığı ekonomik tahribatın daha şimdiden 2008’deki finansal krizin etkilerini aşmış olduğu söyleniyor.
Bu durumda Türkiye’nin, bütün diğer ülkeler gibi, normal şartlar için belirlemiş olduğu ekonomi politikalarını ve hatta ekonominin felsefesini değiştirerek atması gereken adımlar var. “Koronavirüs ekonomisi”nin ne zaman sona ereceğini, normale dönüşün ne zaman başlayacağını bile öngörebilecek durumda olmadığımıza göre bu “geçiş süreci”nin ekonomisini, dış politikasını, eğitimini, tarımını sözkonusu şartlara göre yeni baştan inşa etmek mecburiyeti var. Bu süreçte siyasi çekişmeleri bir tarafa bırakarak, iktidar ve muhalefetin işbirliği içinde çalışması da gerekiyor.
***
Beklenen ekonomik krize karşı yapılması gereken en önemli ve öncelikli hazırlık ise, bugünkü salgınla en etkili şekilde mücadeleyi gerçekleştirerek toplumsal ve ekonomik hayatın normal işleyişine bir an önce döndürülmesi. Zira salgın kontrol altına alınıncaya kadar geçen her gün finansal maliyeti biraz daha artıracak, ekonomik sorunların çözümünü biraz daha zorlaştıracak.