Kriz canımızı yakıyor, mutsuzuz ama ülkede iyi şeyler de oluyor
2018 yılından bu yana Türkiye, ekonomide irrasyonel politikalar yüzünden eşi benzeri görülmemiş bir ekonomik kriz yaşıyor. Özellikle “faiz sebep, enflasyon sonuç” fantezisiyle ekonomi bilimi, adeta suyun yokuş yukarı akıtılmasına benzer bir maceraya sürülenmiş ve sonuçta bu akıldışılığın faturasını bütün bir toplum olarak ödemek zorunda kaldık.
Evet, bu irrasyonel ekonomi politikaları yüzünden tam sekiz yıldır emekliler, asgari ücretle geçinmek zorunda olanlar ve topyekun dar gelirliler derin bir fukaralık yaşıyor.
Ekonomideki bu yıkım, toplumun sadece bugününü değil, uzun vadede Türkiye’nin kayıp yıllarını çoğaltan bir deprem etkisi yarattı ne yazık ki…
Yakın zamanda Avrupa Birliği’ne katılan ve bizim fersah fersah gerimizde olan Balkan ülkeleri bile hem ekonomik hem de demokratik anlamda önemli mesafeler aldılar. Biz ise sadece bugünü kaybetmekle kalmadık, geleceğimizi de belirsizliğe mahkum ettik.
Düşünün ki Merkez Bankası, eğer önümüzdeki aylarda bir yol kazası olmazsa yıl sonu enflasyonunu yüzde 30’un altına düşürmeyi hedefliyor ama şu andaki gidişata göre, yüzde 30 bile imkansız gibi gözüküyor. Nitekim Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de enflasyonun beklenen hedefin üzerinde olabileceğini söyledi. Ama biz bunu bile bir başarı hikayesi olarak anlatıyoruz. Oysa övündüğümüz bu yüzde 30 enflasyon, AB ülkelerindeki toplam enflasyonun üzerinde.
Bir başka vahim gösterge ise, yolsuzluk algısı… Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün Yolsuzluk Algı Endeksi’nin 2024 raporuna göre Türkiye, 180 ülke arasında 34 puan ile 107. sırada yer alıyor.
Maalesef hukukta, demokratik değerlerde ve ekonomide giderek bir alt lige düştüğümüz için, yabancı yatırımcı gelmediği gibi, yerli yatırımcı da ya dış ülkelere kaçıyor ya da iflaslarla boğuşuyor. Mesela, Hazır giyim sektörü iflaslar ve üretimin yurtdışına kayması yüzünden endişeli. Geçtiğimiz günlerde Artaş Holding etkinliğinde bir araya gelen tekstil sektörünün önde gelen isimlerinden birisi olan Abdullah Kiğılı, “6 ay sonra üretim duruyor, ürün bulamayacağız. Devlet tekstili gözden çıkardı” sözleriyle acı gerçeği gözler önüne serdi.
MEMLEKETTE İYİ ŞEYLER DE OLUYOR
Fevkalade iç karartıcı bir tablo bu… Ama Türkiye gibi beşeri sermayesi ve imkanları zengin olan bir ülkede, her şeye rağmen umutsuz olmamak gerekiyor. Çünkü memlekette iyi şeyler de oluyor.
Türkiye’nin yüz akı şirketlerinden biri olan ÜLKER, global markalarıyla hepimizi gururlandıran işler yapıyor mesela…
Murat Ülker, geçtiğimiz günlerde LinkedIn hesabından yaptığı açıklamayla Ülker Çikolata’nın yeni inovasyon ürününü duyurdu. “Ülker Çikolata İstanbul” adıyla tanıtılan yeni ürün, fındıklı, çıtır kadayıflı ve baklavalı sütlü çikolata formuyla İstanbul’un kültürel dokusunu temsil ediyor. Murat Ülker, yeni çikolata serisini “İstanbul’un tadını bir çikolataya dönüştürmek kolay olmadı ama yaptık, Elhamdulillah” sözleriyle tanıttı.
Yeni ürünün yalnızca bir lezzet değil, aynı zamanda kültürel bir deneyim olduğunu belirten Murat Ülker’in şu ifadeleri lezzetle kültürü buluşturan bir duruma işaret ediyor: “Bu ürün sadece bir tat değil; bir şehir, bir kültür, bir ruh. İlk ısırıkta İstanbul’un sokaklarında yürür gibi hissediyorsunuz. Ve sonunda damağınızda kalan o kadayıf ve baklava dokusu, size ‘İstanbul’dasınız’ diyor.”
“Ülker Çikolata İstanbul” markasının ilk “global social-first” inovasyon projesi olarak planlandığını belirten Ülker, dünya çapında içerik üreticilerinin de sürece dahil edildiğini şu sözlerle ifade ediyor: “İlk kez bir inovasyonumuzu global ölçekte, sosyal medya öncelikli yaklaşımla ele aldık. Dünyanın dört bir yanından içerik üreticileri bu tadı kendi hikâyeleriyle dünyaya taşıdı.”
Görüldüğü gibi, Türkiye’nin lezzetlerini dünya sahnesine taşıyan Murat Ülker, hiç öyle umutsuzluğa düşmeden, eğer istenirse dünya sahnesine global markalarla çıkılabileceğini göstermiş oluyor.
Hiç kuşkusuz Ülker sadece ekonomideki yatırımlarıyla değil, hayır işlerinde de öncü bir şirketimiz. Rahmetli Sabri Ülker’i tanıyan herkes, onun iş insanı kimliğinin yanında her zaman eğitime katkısı ve toplumsal dayanışmayı önemseyen yönünü de çok iyi bilir. Bu vesileyle, kişisel bir hikayemi not olarak düşmek isterim. Ben öğrenim hayatıma İstanbul İmam Hatip’te başladım, sonra ayrılıp Bursa Erkek Lisesi’ne geçtim. O yıllarda, hayırsever iş insanları özellikle sınıfını ‘takdirname’ ile geçen öğrencilerin bir yıllık yurt parasını karşılıyordu. Bu çerçevede ben de bir hocamın tavsiyesiyle karnemle birlikte Sabri Bey’e gitmiştim, o da bir yıllık yurt ücretimi karşılamıştı.
İnanıyorum ki Sabri Ülker sağ olsaydı kurucusu olduğu Ülker’in, bugün dünya sahnesinde yakaladığı başarı hikayesi ile gurur duyardı.
