Ölüm ilahileri ayrılış değil özgürleştirici bir veda sesidir
Farklı medeniyetlerin, dinlerin kültürel iklimlerinde oluşan müzikler ve bu çerçevede ilahiler, büyük acıların, sevinçlerin, mutlulukların terennümünde en güçlü sanatsal icralardır.
Bu bağlamda özellikle ilahilerin, ölümle hayat arasındaki geçişkenliği en güçlü şekilde dillendiren örnekler olduğunu belirtmek gerekiyor.
Mesela Hristiyan dünyada oluşan Requiem'ler, müzik tarihinin en etkileyici, duygusal olarak en büyük müzikal ilahileridir. Özünde insanın acı ve kederle ilgili duyarlılığı vardır. Ölüm ve öte dünyaya geçişi simgeleyen, dahası cenneti müjdeleyen requiem'lerin merkezindeki deruni duygular, aynı zamanda besteciler için de büyük ilham kaynağı özelliğine sahiptir.
Bir başka deyişle, duyguların en karanlık geçitlerden geçtiği anlarda bile insanlığın yine de ayakta kalmasını sağlayan coşkulu ilahilerdir bunlar.
Müzik tarihinde tüm zamanların en güçlü eserlerinden kabul edilen Mozart'ın ölüm çağrışımlı Requiem'i güçlü bir ilahidir ama biraz kasvetlidir.
Aynı şekilde, Roman yazarı Alessandro Manzoni'nin 1873 yılındaki ölümü Verdi'yi derinden etkilemiş ve bu vesileyle yazar için kaleme aldığı requiem şüphesiz klasik müzik tarihinin en önemli requiem'leri arasında yer almaktadır.
Bu arada, eleştirmenler Brahms'ın Requiem'inin farklı bir başyapıt olduğu görüşündedirler. Bu eserin diğer requiem’lerden en belirgin farkı, Alman Luther incilinden metinler kullanmasıdır.
Ancak Faure’nin Requiem’i, diğer bestecilerin eserlerine göre daha mükemmel ve etkileyicidir. Bazı eleştirmenlere göre, Faure’nin Requiem’ini mükemmel kılan, defalarca gözden geçirilmiş olmasıdır.
Faure bu eserinde, requiem'lerin en etkileyici bölümü olarak bestelenen Dies İrea (Latince ilahilerin girişi) bölümüne yer vermemiştir. Faure bu seçiminin nedenini, "ölümün acılı bir ayrılış değil, öbür taraftaki selamete yönelik özgürleştirici bir deneyim olarak görülmesi gerektiği" şeklinde açıklar.
Faure’nin Requiem’inde bir öbür dünya zenginliği ve coşkusu hakimdir. Diğer requiem'lerdeki "korkudan titreyen insanlar ve kötülerin sonsuza kadar yakılmaları" temalarından çok, daha huzurlu ve sakin bir çizgi izler Faure’nin Requiem’i. Bu eserde neşeyi armonik olarak da görebilirsiniz ve eserin tamamında genel olarak sükunet hakimdir.
Kuşkusuz Faure’ye sadece requiem’ler üzerinden bakmak eksik bir değerlendirme olur. Çünkü o, 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyıl başlangıcı arasında geniş bir tarihsel aralığa tekabül eden zaman diliminde muhteşem bestelere imza atmış Post-Romantik dönemin öncülerinden ve de Empresyonist akımın en önemli temsilcilerinden birisidir.
Besteleriyle birçok müzisyene ilham kaynağı olan Faure, sadece Avrupa sanatını değil, aynı zamanda Türk sanatını da etkilemiştir. Mesela Türk Beşleri arasında yer alan bestecilerimizden Cemal Reşit Rey’in müzik hayatına da önemli katkılar sağlamıştır.
Eğer sesin ve sözün sanatçının elinde, dilinde veya nefesinde ölçü ve ahenge dönüşmesinin, ancak musiki ile mümkün olacağına inanıyorsak, bunun bütün toplumlar için geçerli olan evrensel bir değer olduğunu da kabul ediyoruz demektir.
Bu yüzdendir ki bütün medeniyetlerde olduğu gibi, Müslüman dünyada da musiki, kendisini var eden toplumun kültürel mührünü vurduğu sanat dallarından biri olmuştur… Kur’ân tilâvetinden, ezanlara, ilahi aşkın ve peygamber sevgisinin terennüm edildiği ilahilere kadar pek çok alandaki o deruni zevki musikiye borçluyuz.
Her toplumun ilahileri, kendi var oluş hikayeleri açısından elbette önemlidir ama Yunus Emre’nin şiirleriyle şekillenen ilahileri dinlemek, bizim için söz ve sesten öte bir değer ifade etmektedir. Öylesine bir aşk ki dünyasal akılla bedeli asla tespit edilemeyecek sonsuz bir aşk denizi…
/Aşkın aldı benden beni
bana seni gerek seni
ben yanarım dün ü günü
bana seni gerek seni.
…………………………
Cennet cennet dedikleri
birkaç köşkle birkaç huri
isteyene ver anları
bana seni gerek seni./
