Meğer, ekonominin krizden başka yolu yokmuş

Şimdi uzak bir tarih gibi oldu, üzerinden de bir seçim geçti ve dolayısıyla her şey sandıkta “ibra” edildi ama zaman ekonomideki ağır krizin sonuçlarına ilaç olmuyor. Türkiye neden büyük krize girdi ve hala en iyimser -ve rasyonel- tahminle bile kriz öncesi noktayı yakalamaktan neden çok uzakta? Bu soruya cevap verebilmek için art arda yapılan hataların yarattığı tahribatı anlamak gerekiyor ama kazanan haklı olduğu için; iktidarın seçim zaferi hataları anlama çabasını da zayıflattı. Durum yeterince kötü olduğu için “Geçmiş geçmişte kaldı, önümüze bakalım” kuralı galip geldi.

Neyse ki, “Gerçeklerin ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır” kuralı da hükmünü sürmeye devam ediyor.

Geçtiğimiz günlerde, Merkez Bankası’ndan Tarık Alperen Er, Aykut Şengül, İbrahim Yarba isimli üç ekonomistin yayınladığı Ani Kredi Büyümesi ve Firma Davranışı: Bir Vaka Analizi başlıklı çalışma ekonomide irrasyonalite döneminin çok önemli bir yanlışına ışık tutuyor. Pek tartışılmadı ama araştırma, Türkiye döviz kuru artışı ve enflasyon sorunu karşısında çaresizce yalpalarken ekonomi yönetiminin nasıl büyük hatalar yaptığına dair önemli bilgiler içeriyor. Yani, gerçekler ortaya çıkma huyundan vazgeçmiyor…

2021 yılında Naci Ağbal’ın Merkez Bankası Başkanlığı’ndaki çok kısa görev süresinin ardından göreve gelen Şahap Kavcıoğlu döneminde yıl sonuna doğru politika faizi hızlı bir şekilde düşmüştü, malum. O zaman “faiz sebep, enflasyon sonuçtur” rüzgarının sert estiği dönemlerdi. Hatırlatmaya gerek yok sonuçta tam tersi oldu ve faiz düştükçe enflasyon yüzde 85’leri buldu. Bir yandan döviz kuru kontrolden çıkarken, bir yandan da hayat pahalılığı tarihi seviyelere ulaştı.

Aynı sıralarda, 2022’nin ilk altı ayıda Merkez Bankası’nın piyasa gerçeklerini ıskalayarak düşürdüğü politika faizini bankalar da -ağırlıklı olarak kamu bankaları- siyasi otoritenin telkinleriyle ticari kredi faizlerine yansıttılar. O günlerde, piyasada 20’lerin altında, hatta 15’ler civarında faizle kredi alan şirketlerin hikayeleri dolaşmaya başlamıştı. Düşünün, enflasyonun 85’lerde hatta gerçek enflasyonun 100 üzerinde seyrettiği ortamda yüzde 15-20’lerden kredi almak nasıl bir imtiyaz? Daha kaynağından cebe konulan nasıl büyük bir kazanç, rant ve kar…

Şimdi, Alperen, Şengül ve Yarba’nın araştırmasından anlıyoruz ki, 2022’nin ilk altı ayında bu ucuz kredileri kasalarına koyan şirketler, hiç beklemeden koşarak döviz almışlar. Böylelikle kuru artırmış ve zaten kontrolden çıkan enflasyon yangınına benzin dökmekte de beis görmemişler. Onlara bu ucuz paraları veren bankalar ve güya döviz kuruyla ve hayat pahalılığıyla mücadele etmekte olan hükümet olup biteni seyretmiş. Hesaplamalara göre, o dönemde ucuz kredi alan şirketlerin net döviz alımı tam olarak yüzde 773 artmış.

Araştırmada kredi kapasitesinde aşırı büyümemin -doğal olarak- fiyat istikrarı ve finansal istikrarı bozduğu anlatılıyor. Daha çok kredi kullanan ve döviz alan şirketlerin ihracatlarının düştüğü de ayrıca ortaya konuluyor. Nitekim o dönemde hem enflasyon hem de döviz kuru arttı ve Türkiye Kur Korumalı Mevduat felaketine mahkum oldu.

Bu dramatik örnek, ekonomiyi yıllardır bitmeyen krize sokan yönetim anlayışının hatalar zincirinin sadece bir halkası ama içinde birçok önemli bilgiyi barındıran kritik bir halkasıdır. Konuşulması ve tartışılması elbette gerekiyor. Bununla birlikte, Merkez Bankası’nın 128 milyar Dolar’ının buharlaşmasını konuşamayan, sonra da bu rakamı 250 milyar Dolar’a kadar çıkmasını mevzu edemeyen bir ülkede bazı tartışmalar çok zor. Ama ucundan kıyısından ortaya çıkan gerçekler bile, yaşadığımız krizin hiç de tesadüf ve komplo olmadığını anlatıyor.

YORUMLAR (41)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
41 Yorum