Fatih Altaylı?
Birkaç gündür nereye baksam, nereye dönsem… Karşımda çaresizlik kavramı… Kiminle konuşsam, kime sorsam usulca bir yokluyorum derinleri…
Alttan alta bağırıyor çaresizlik kavramı…
Diller çekinir utanır söylemeye, diller söyleyemese de hal ortada…
Yürekler bunalmış, yalan dünyalar her yeri sarmış, yollar şaşırılmış…
Tüm bunları düşünürken İsmet Berkan’ın Karar Gazetesi’nde yazdığı şu cümleler imdadıma yetişti.
“Bana soracak olursanız Fatih’in hapse atılması en az Ekrem İmamoğlu’nun hapse atılması kadar büyük bir çaresizlik ifadesi. Hukukta olup bitenlerle siyaseti ayırt edemez durumda olduğumuz için bu çaresizliğin aslında siyasi çaresizlik olduğunu söylemekte de sakınca yok.”
Berkan’ın siyasi çaresizlik yorumuna muhalefetteki kalabalıkların çaresizlik halini de eklemek isterim.
Son dönemde gördüğümüz nedir?
Onu da al içeri, bunu da al… Al, konuşanı içeri al. Farklı düşüneni içeri al.
Kimse de demiyor bu durum kitleler üzerinde nasıl bir etki yapıyor?
Söyleyim… “Çaresizlik hali”…
Kalabalıkların kendini çaresiz hissetmesine sebep oluyor. Bakıyor. Çözüm yok. Karşı çıksa ne yapacak? Yapacak bir şey yok. Kabuğuna çekiliyor.
Çaresizlik hissi ile baş başa kalıyor. Bir anlamda kahrediyor, küsüyor.
Aslında yukarı katlarda toplumsal psikolojiden anlayanlar olsa… Bu durumun iyi bir gidiş olmadığını görür, fark eder, anında söyler.
“Hemen, tamam efendim, olur efendim” demez!
Korkmaz, olanı olduğu gibi söyler. Ki sıkıntılı durumlarda gemiyi ilk terk edenlerde bunlardır doğrusu…
Nasıl ki Ekrem İmamoğlu’nun içeride olması bir kesimi çaresiz hissettiriyorsa Fatih Altaylı’nın içeriye alınması da aynı şekilde bir kesimin çaresiz hissetmesine sebep olabilir.
Birkaç gündür bakıyorum. Altaylı şöyle, Altaylı böyle…
Burada önemli olan özellikle son dönemde Altaylı’nın toplumun bir kesiminin sesi haline gelmesidir.
Sesini duyuramayan, kızan, kendini öteki hisseden kesimin sesi haline gelmesidir.
Şimdi bu kesim çaresizlik hali ile daha fazla karşı karşıya…
Bu durumu görmek bu kadar zor mu?
Bir partinin oyları böyle adımlarla mı tekrar yükselecek? Ya da zedelenen “duygusal bağlantı” kopmaya yüz mü tutacak?
Öte yandan sosyal medyanın ana akım olduğu bu süreçte… Geleneksel medyada istenildiği kadar algı oluşturulmaya çalışılsın… Bunlar bir yere kadar. Ayrıca geleneksel medyada neredeyse iflas etmiş gibi.
Ne bir kalite var ne bir bilgi kırıntısı… Eline sopayı alan uzman…
Gençler bu uzmanların hangi dediğini samimi bulsun? Çoğu karikatür gibi. Ki izlenme oranlarından da durum ortada…
******
“Her yanda ben, ben, ben diye sayıklayanlar”
Kaybettim, düştüm yol aradım, sessizce bekledim kör kuyularda
Dehlizlerde bulurum sandım, yedi kat ellere bel bağladım
Iradım gariplerden, yazın buz tuttum heç olmuş bahçelerden
Defne ağacıyla ağladım, sustum bülbüllerle, güneşle kavruldum
Vardım bir tepede durdum, bildim sandım, yanıldım
Ey can öyle kolay mı yanmadan, erimeden “biz” olmak?
Her yanda ben, ben, ben diye sayıklayanlar!
