1 kg kavrulmuş fındık fiyatı, 1 kg stratejik maden tungsten’e eşit: 42$
Abartılı derecede yüksek, “1.725 TL kilogram fiyatlı” kavrulmuş iç fındık, bir kuruyemişçi dükkanı tezgahında satışa sunuldu. Fındığın etiket fiyatını gösteren fotoğraf, bir hesap tarafından (Barış Esen tarafından) paylaşıldıktan sonra sosyal medyada geniş yankı uyandırdı.
Fındık, maliyetini ciddi ölçüde arttıran 100-200 gramlık şık, yani “lüks tüketici perakende ambalajında” satışa sunulmamış. Alelade bir kova içinde, kürekle poşete doldurulup terazide tartılarak satılmak üzere “dökme” olarak dükkân tezgahına yerleştirilmiş.

Bu örneğin dışında, etiket fiyatlarının e-Ticaret sitelerinde ve market raflarında kalite, ambalaj ve gramajına göre 1.400 TL ile 2.200 TL arasında gezinmesi, ürünün kilogram başına kabaca 1700-1800 TL perakende fiyat ortalamasına sahip olduğunu gösteriyor.
1.725 lira, döviz cinsinden yaklaşık 42 Dolara tekabül ediyor. Bu bedel, stratejik element, işlenmiş Tungsten’in (Wolfram) kilogram fiyatına eşit.
Bu demektir ki, kavrulmuş fındık, bu ölçüde yüksek Dolar fiyatıyla, artık tarımsal bir ürün ve bir gıda maddesi olmanın ötesine geçerek savunma, havacılık ve ileri mühendislikte kullanılan Tungsten gibi stratejik öneme sahip metallere denk bir ekonomik değere ulaşmış bulunuyor.
İşin ilginç tarafı, fındığın perakende raf fiyatının aşağı yukarı ABD’deki fiyatlarla aynı düzeyde olması…Hatta milli gelirlerinin bizimkinin 5 katından fazla olmasına ve fındığı bizden ithal etmelerine rağmen, oradaki perakende fiyatları yer yer Türkiyedekinden daha ucuz olabiliyor.
Türkiye, yıllardır pahalı girdi maliyetleri nedeniyle yeterli üretim yapılamayan veya yurt dışından ithal edilen temel gıda ve ihtiyaç maddelerinde can yakıcı bir pahalılık sorunu yaşıyor. Bu pahalılık, nihayet temelinde üretim sorunu veya yüksek döviz maliyetinin bulunması nedeniyle anlaşılabilir bir durum. Lakin, fındık gibi dünya üretiminin yaklaşık %70’ini sağladığımız, yüzbinlerce ailelik geniş bir üretici tabanına dayanan, nihayet kabuğu kırıldıktan sonra basit bir kavurma işlemiyle hazırlanan bir ürünün kilosunun binlerle ifade edilecek bir satış fiyatıyla iç tüketiciye sunulmasını gerekçelendirmek mümkün değil.
Bu ürün sezonunda, kabuklu fındığın üreticiden alış fiyatı bir ara 340 TL’ye kadar çıktı. Sonra 270-280’lerde dengeye kavuştu. Kabuğu çıkarıldığında yaklaşık %50 fire veriyor. Bir miktar da kavrulma maliyetini eklediğinizde fiyatı Yaklaşık 550’ye çıkıyor. Örneğimizdeki fındığın dökme olduğunu ve 2.200 TL’ye kadar varan çok daha yüksek fiyatlı etiketlerin bulunduğunu da dikkate aldığınızda, kavrulmuş iç fındığın 3-4 kat gibi fahiş bir fiyatla raflarda satışa sunulmasını nasıl izah edebilirsiniz? Ülkemizde herkesin fındık bahçesi olmadığına göre, bu fiyatlar, ister istemez orta ve alt gelir gurubundakilerin, fındık yemekten mahrum kalacağı anlamına gelmiyor mu?
Ülkece sizin ürettiğiniz, sizin topraklarınızda yetişen bir ürünü, ortalama gelir sahibi bir aile gönlünce satın alıp yiyemeyecekse; bu artık, sadece küçük bir azınlığın bütçe imkanlarının elverdiği lüks bir tüketim maddesine dönüşmüş demektir.
Enflasyon o kadar kahredici ve travmatik sonuçlara yol açan bir sorun ki; sizi, ellerinizle ürettiğiniz bahçenizdeki en temel ürüne bile yabancılaştırıyor ve ekonomik olarak onu satın alamayacağınız hale düşürüyor.
İşin diğer bir çarpık ve ironik tarafı da şu:
Bir taraftan, market raflarında kıymetli maden fiyatından değer gören fındığı ortalama gelirli bahçe sahipleri, evlerinde boş oturma pahasına toplamaya tenezzül etmezken; diğer taraftan, ülkede ciddi oranda işsizlik olmasına rağmen, ürünün hasadı için gerekli işgücünün temininde zorluk çekiliyor. Yarıcılar, değil ürünün yarısını; üçte ikisi karşılığında bile ürünü toplamayı kabul etmeyip hasattan elde edilenin tamamını talep ediyorlar.
Bu tablo, ne yazık ki, doğrudan doğruya yüksek enflasyonun yanı sıra, verimsizlik ve üretimsizlikle dengesini kaybetmiş bir ekonominin açık bir göstergesidir.
Bu tür bir ekonomik yapı, “fiyatlar genel seviyesinin gelir artışını kalıcı biçimde aşması,” “devletin korumacı ama verimsiz politikalarının üretim davranışlarını çarpıtması” ve “paranın reel satın alma gücünün hızla erimesi” gibi temel çelişkileri bünyesinde barındırıyor. Bu şartlar çerçevesinde, fındık gibi bol üretilen bir üründe bu kadar yüksek fiyat oluşması; “arz zincirindeki verimsizliklerin,” “aracı maliyetlerinin” ve “piyasa denetimsizliğinin” doğrudan sonucu olarak ortaya çıkıyor.
Sonuçta kavrulmuş fındık, hem bahçesindeki fındığını toplamaya tenezzül etmeyen üretici için; hem de devletin popülist ve himayeci politikalarına sığınıp 3’te 2 hasat oranına dudak büken yarıcılar için, erişilmez derecede pahalı hale geliyor.
Yüksek fındık fiyatının, ülkedeki geniş bir kesimin gelir standartlarına göre, erişilmesi güç derecedeki pahalı olmasına karşılık; küçük orandaki tuzu kuru “mutlu ve paralı azınlık” için hiç bir şey ifade etmemesi, öte yandan göz ardı edilemeyecek diğer bir gerçeği gözler önüne seriyor: Gelir dağılımı adaletsizliğini…
Ekonomi literatürünün, bu tür ürünlerde fiyat anomalileri ile kendisini gösteren yapısal çarpıklıklara dair geliştirdiği terim ve tanımlamalar var:
-Bir ülkenin ihracata yönelik olarak ürettiği malların, iç piyasada gelir seviyesine oranla aşırı pahalı hale gelmesi nedeniyle, üretici ülke vatandaşlarının kendi ürünlerine erişememesi durumuna, “yerli tüketim paradoksu” deniyor. Bu bağlamda üreticilerin yoksulluk düzeyleri ve yüksek fiyat ilişkisi nedeniyle kendi ürettikleri ürüne güç yetirememeleriyle ilgili örnek durumlara; Etyopyada “Etyopya Kahve Paradoksu,” Gana’da “Gana Kakao Paradoksu,” Fildişi Sahilinde “Fildişi Kaju Paradoksu” deniyor.
-Normalde “doğal kaynak zengini ülkelerin halklarının yoksul kalmasını” ifade etmek üzere kullanılan “kaynak laneti” teriminin, tarım ürünü yetiştiricisi ülkeler için geliştirilen “tarımsal kaynak laneti” adlı versiyonu, bu durumdaki ülkeleri tanımlamak için kullanılıyor.
-Yine, BM Dünya Gıda ve Tarım Örgütü’nün, (FAO), bir ülkenin yüksek miktarda ürettiği bir ürün ile yerli tüketim kapasitesi arasındaki yapısal kopukluğu anlatan “gıda erişilebilirlik/satın alınabilirlik paradoksu” veya temel bir gıda ürününde görülen “üretim fazlalığına rağmen beslenme açığı” gibi terim ve tanımlamalar, bu kategoride yer alan ülkelerin içinde bulundukları şartları ortaya koymak üzere kullanılıyor.
Yoksa biz böyle bir duruma mı düştük?
Doğrusu, Türkiye’nin gelişmişlik seviyesi itibariyle, bu soruya “evet” demek, açık bir haksızlık olur.
Peki aslında nasıl olması gerekiyor? Yani bir ürünü dünya ölçeğinde ezici oranda üreten bir ülkede, o ürünün fiyatının ne kadar olması gerekiyor?
Türkiye’nin dünyada fındık üretimindeki konumu, ABD’nin badem üretimindeki konumuna benziyor. Bu konuda yapılacak bir karşılaştırma, sorunun cevabını bulmamızı kolaylaştıracaktır.
Dünya fındık üretiminin yaklaşık %70’ini Türkiye, badem üretiminin ise %75’ini ABD tek başına gerçekleştiriyor. Her iki ülke de söz konusu ürünlerde küresel lider konumunda…Buna rağmen bu ürünlerde, iç piyasadaki fiyat düzeyleri ve tüketici erişilebilirliği arasında dikkat çekici farklar bulunuyor.
Mevcut duruma göre, Türkiye’de kavrulmuş iç fındığın perakende kilogram fiyatı yaklaşık 38-40 Dolar; ABD’de ise kavrulmuş bademin perakende kilogram fiyatı ortalama 14 Dolar civarındadır. Yani, nominal fiyat bazında, Türkiye’deki fındık, ABD’deki bademin yaklaşık üç katıdır.
Bu fark, kişi başı gelir dikkate alındığında çok daha belirgin hale geliyor:
ABD’de kişi başı yıllık gelir 85.000$; Türkiye’de ise yaklaşık 15.000$ civarındadır. Bu durumda, Türkiye’de bir tüketici, ülkesinde en çok üretilen ürün olan fındığı satın alabilmek için; ABD’li bir tüketicinin ülkesinde en çok üretilen ürün olan bademi satın alabilmesine göre gelirinin yaklaşık 16 kat daha fazla bölümünü harcamak zorundadır.
Bu tablo, yüksek üretim ve ihracat payına rağmen, Türkiye’de iç tüketicinin yerli ürüne erişiminde ciddi bir güçlük çektiğini, bir “erişilebilirlik paradoksunun” var olduğunu ortaya koyuyor. Bu sonuçlarla ABD’de temel ihraç ürünü olan badem, halk için kolay erişilebilir bir tüketim maddesi konumundayken; Türkiye’de fındık, en büyük üretici ülke olmasına rağmen “lüks bir gıda” statüsündedir.
Şüphesiz dünyanın en büyük ekonomileri içinde yıllardır 17’incilikle 20’incilik arasında yer tutan, savunma sanayii gibi seçilmiş alanlarda yüksek başarılar gösteren “odak ülke” konumundaki Türkiye’nin; ürettikleri ürünlere erişemeyen Afrika ülkeleriyle bir arada değerlendirilmesinin gerçekçi bir temeli olamaz. Ancak, fındık örneğinde, geniş bir kitlenin kuruyemişçi raflarının önünden yutkunarak geçmelerine yol açacak kadar yoksul şartlarda yaşıyor olmaları da karşı karşıya olduğumuz bir gerçektir. Dolayısıyla bu çarpık tabloya mutlaka bir çözüm bulunmalıdır.
