5.5 milyon kamu personeli ne kadar verimli çalışıyor?

Sayısı 5.5 milyona yaklaşan kamu personeli kitlesi, Türk toplumu için çok büyük bir yük…

Toplumun örgütlenmiş hali olarak “devlet;” devletin kurumsal yansıması olan “bürokrasi” ve insan gücü kaynağı olan “devlet memurları” niçin var?

Cevabı çok net:
-İç ve dış güvenliğin, kamu düzeninin ve adaletin sağlanması,
-Toplumun ihtiyaç duyduğu kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi için…

Devlet, temelde ekonomik değer üreten bir mekanizma değildir. Sağlıklı bir ekonomik düzenin kurulması ve piyasanın düzgün işleyişi için gerekli hukuk kurallarını ve sistem altyapısını oluşturur. Sözleşmelerin güvence altına alınması, mülkiyet haklarının korunması ve haksız rekabetin önlenmesi için; toplumsal ve ekonomik hayatta düzenleyici, denetleyici ve yönlendirici işlevler üstlenir.

Görüldüğü üzere, kamu bürokrasisi ve onun icraattaki temsilcileri olan devlet memurları, aslında doğrudan bir katma değer üretmiyor. Toplumun ve ekonominin yüksek katma değer üretmesi için uygun altyapının ve işleyiş düzeninin kurulması; gerekli regülasyonun sağlanması ve kaynakların rasyonel dağılımı konusunda görev yürütüyor. Bu bağlamda, devletin temel yapı ve işleyişiyle “toplumsal ve ekonomik faydayı” maksimize etmesi bekleniyor.

Ama, eğer bizim ülkemizde de görüldüğü üzere, pratikte işlevini kaybeder ve sadece “popülist amaçlı kamu istihdamı” ile personel kadroları şişirilirse, kendisi bizatihi kaynak tüketen ve temelde “kendi varlığını sürdürmeyi önceleyen” bir mekanizmaya dönüşür. Fazla sayıda oluşturulan hiyerarşik kademeler, gereksiz ve işlevsiz görev pozisyonlarından doğan imza aşamaları, oyalanmalar ve gel-gitlerle; aksine, ekonominin ve üretici unsurların değer üretme kapasitesini azaltan, potansiyelini söndüren, kaynakları kurutan bir yapı haline gelir. Bu durumda devlet, toplumun hizmetinde ve toplumun yükünü çeken bir yapı olması gerekirken; bizzat “toplumu kendisine hizmet ettiren” ve “toplumun sırtında taşınan” bir yüke dönüşür.

Aslında, devleti “kendine hizmet eden” bir yapı olmaktan çıkarıp “yozlaşmış siyaset mekanizması” eliyle, bir kambur gibi ömür boyu taşımaya mahkum olduğu bir yük haline getiren de “toplumun bizatihi kendisidir.”

Kamu personelinin sayısı neden sürekli artar?

Bu sorunun beklenen cevabı; elbette “çeşitlenen ve hacmi artan kamu hizmetlerinin beklentilere uygun yerine getirilmesi için gereken sayı ve yetkinlikte işgücünün temin edilmesi gereği” olarak ifade edilecektir.

Ama ne yazık ki, 5.5 milyona yaklaşan kamu personeli kitlesi, nüfus artış hızının ve kamu hizmetlerinin niteliğindeki değişimin gerektirdiğinden, yani olması gereken sayıdan hayli fazla…

Bu hükme nasıl varıyoruz?

-Öncelikle nüfus artış hızı ve kamu personeli sayısı ilişkisine bakalım:

-2002-2025 arasında, ülke nüfusu 70.6 milyondan 85.7 milyona yükselerek sadece %21,4 oranında artarken; 2 milyon 20 bin olan kamu personeli sayısı 5 milyon 243 bin kişiye yükselerek %161 oranında, yani nüfusa göre 7.5 kat fazla artmıştır.

2002’de kamu personeli sayısının ülke nüfusuna oranı %2.83; ülkedeki toplam çalışanlara (istihdama) oranı %9.73 iken; 2025’de personel sayısının ülke nüfusuna oranı %6.12, toplam istihdama oranı ise %16.07 olmuştur. Oysa bu dönemde toplam istihdam ise sadece %58,5 oranında artmıştır.

2002’de her 35 kişiye bir kamu görevlisi düşerken, 2025’de her 16 kişiye bir kamu personeli düşer duruma gelmiştir. Bu rakamlar, kamu görevlisi sayısının, hem nüfusa göre (yaklaşık 2,2 kat), hem de toplam istihdama göre (yaklaşık 1,6 kat) daha hızlı arttığını gösteriyor.

-Ne yazık ki Türkiye’de genel olarak ve kurumlar düzeyinde kamu personelinin üretkenliğini ve çalışma performansını gerçekçi bir biçimde ölçen objektif ve tutarlı araştırmalar bulunmuyor. Dolayısıyla araştırma sonuçlarından hareketle kamunun mevcut iş yükü ile bunun gerektirdiği optimal personel sayısını belirleme konusunda sağlıklı sonuçlara varamıyoruz.

-Bir kamu kurumu, hiç bir zaman personelinin düşük verimlilikle çalıştığını, işyerinde gerektiğinden daha fazla personel bulunduğunu ortaya koyacak bir çalışma yapmak istemez ve yaptırmaz. Genel bir olgu olarak, Parkinson yasası gereği “kamu kurumları personel istihdamı yönünden sınırsız büyüme eğilimindedirler.” “Az sayıda personel ile çalışmak,” bir kamu kurumu için tercih edilen ve kurum yöneticilerinin benimseyebilecekleri bir durum değildir. Bu nedenle kamuda üst düzey yöneticiler, kurumlarında çalışan personelin sayısal çokluğu ve kullandıkları hizmet binasının azametiyle övünürler. Gereğinden fazla sayıda personele hükmetmek, gereğinden çok büyük kamu binasında oturmak, bunun kaçınılmaz sonucu olarak açık bir israf olduğunu bile bile gereken miktarın kat be kat üzerinde “personel ve cari harcama” tutarlarına imza atmak, üst yöneticiye içten içe bir “büyüklük hissi” ve “narsistik bir haz” verir.

Bir kamu kurumu ölçeğinde bakıldığında da kurumun üst yöneticisinin, maliyetine şahsen katlanmak zorunda olmadığı ve doğuracağı olumsuz sonuçlardan etkilenmeyeceği personel fazlalığından şikayet etmesi beklenmez. Hatta vahim olan taraf, alabildiğine personel fazlalığı olan kurumlar bile kendilerine sorulduğunda, genel bir refleks olarak olarak “personel yetersizliğinden” şikayet ederler.

Bu tespitin doğruluğunu anlamak için fazla zorlanmaya, uzun ve kapsamlı araştırmalar yapmaya gerek yok.

Resmi işlerimizi görmek üzere kamu kuruluşlarına gittiğimizde, kamu personelinin çalışma düzeni, çalışma şartları ve görev yürütme biçimine dair yapacağımız basit bir gözlem, kolaylıkla bu yalın gerçekliği doğrulayacak yönde bir kanaate varmamızı sağlayacaktır.

İstisnaları saymazsak, gittiğimiz kamu kurumlarında genel olarak personelin rahat, umursamaz ve çoğu defa bezgin tavırlar sergilediklerini ve çok yavaş hareket ettiklerini; ortamdaki bir çok kişinin resmi göreviyle ilgili herhangi bir iş yapmayıp başka şeylerle meşgul olduklarını görebiliyoruz.

Kamuda çalışan herhangi bir yakınınıza, 8 saatlik mesai süresi içinde, gerçekten fiilen ne kadar süre çalıştıklarını sorduğunuzda ve samimiyetle cevaplandırmasını istediğinizde; vereceği karşılık, “sınırlı ve yoğun çalışma dönemleri hariç ‘bir kaç saat’” olacaktır.

Elbette, personel sayısının az ve iş yükünün fazla olduğu yerlerde; özel sektöre yakın yoğunlukta çalışan kamu kurumları vardır. Ama istisnalar, bu konudaki genel değerlendirmemizi değiştirmez.

Kamu hizmeti için gerekli araç-gereç ve imkanların yetersiz olduğu; teknolojinin, işlem altyapısının ve ofis çalışma sistemlerinin bugünküne göre çok geri olduğu 2000’li yılların başında; 70 milyon nüfusun (Bugünkünün %20 eksiği) ihtiyaç duyduğu kamu hizmetleri, 2 milyon memur ile yeterli düzeyde görülebiliyordu. Oysa bugüne kadar sağlanan teknolojik gelişme ve yeniliklerin ve imkân bolluğunun, hizmetin hız ve verimliliğini beklenmedik ölçüde arttırdığı dikkate alındığında; o zamanki personel sayısı ile günümüzde sadece %20 artan nüfusun ihtiyaç duyduğu hizmetleri karşılamanın pekâlâ mümkün olduğu söylenebilir. Çünkü dijitalleşmenin ve hizmet otomasyonunun yaygınlaşması sonucu, bir çok kamu hizmetinin bilgi teknolojileri tabanlı portaller (e-Devlet, MERNİS, UYAP, KPS, SGK vb) üzerinden; E-imza, elektronik evrak yönetimi, dijital arşiv gibi araç ve sistemlerin kullanımıyla, kamu kurumuna gidilmeden görülmesi ve sonucunun dakikalar içinde alınması mümkün hale gelmiştir.

Ancak, bu gerçeklere rağmen, personel sayısını sabit tutmak veya iyimser bir tercihle sadece nüfus artış oranına paralel arttırmak şöyle dursun; aksine nüfustaki yükseliş oranına göre asimetrik bir biçimde 7.5 kat (%162 oranında) arttırarak katlanılmazı zor bir kadro şişkinliğine gidilmesini, “hizmet gerekleri” ve kamu personeli ihtiyacı ile ilişkilendirmek mümkün değildir. Bu tablo, açıkça teknolojik imkan ve yeniliklerle birim işlem hızının artması ve işlem maliyetinin düşmesiyle “elemana duyulan ihtiyaç azalırken;” personel sayısının aşırı arttırılması gibi “paradoksal” bir sonucu ortaya çıktığını göstermektedir.

“Kamu personelinin fazla olduğu” tezine, Türkiyedeki memur sayısının “OECD ülkeleri ortalamasının civarında olduğu, hatta bazı gelişmiş Avrupa ülkelerindeki memur oranının altında kaldığı” itirazı yöneltilebilir.

Bu itirazda, ülkemiz açısından pek fazla haklılık payı yoktur. Çünkü bu ülkelerle Türkiye arasında kişi başına düşen milli gelir büyüklükleri açısından büyük farklar bulunmaktadır. Toplam nüfus veya toplam istihdam içindeki memur oranının yüksek olduğu (%25-30’lara kadar ulaştığı) Avrupa ülkelerinin (özellikle, Norveç, İsveç, Danimarka’nın) bu kadar yüksek oranda memur istihdam edebilmeleri, eriştikleri yüksek refah standartları ve genellikle sürekli bütçe fazlası vermeleri sayesindedir.

Yaklaşık 3.5 katımız milli geliri olan, buna karşılık bizimle eşit nüfusa sahip Almanya’da, zenginliğine rağmen toplam kamu personeli sayısının 4.3 milyon olması (bizden 1 milyon eksik), bu bağlamda özellikle dikkat çekicidir.

Bu konuda bizim örnek almamız gerekenler; doğal kaynakları ve bütçe imkanları kısıtlı, cari açık yükünü azaltma ve kalkınma gereklerini karşılama açısından kaynaklarını çok dikkatli ve tasarruflu kullanması gereken Japonya (%8.8) ve Güney Kore (%7.5) gibi ülkeler olmalıdır.

“Kamu personeli fazlalığıyla ilgili ne yapılmalı?” sorusu ise, başka bir yazının konusudur.

YORUMLAR (64)
64 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.