Esarete direniş: Kendini açlığa mahkum eden kuş
Avcılar, avladıkları kuşları satmak için bir kafeste besliyorlardı.
Yem yedikçe şişmanladılar. Ancak içlerinden biri açlığa rağmen verilenleri yemedi…
-Feridüddin Attar
Kuş sürüsü, binlerce kilometrelik göç güzergahının ortalarında, yorgun geçen bir uçuş sonrası, su içebileceği, belki yiyecek bulabileceği uygun bir yer ararken, aşağıda muhtemelen hasattan arta kalan bolca buğdayın bulunduğu küçük bir düzlüğü fark etti. Kuşlar, hevesle tarlaya iniş yaparken başlarına ne geleceğinden tamamen habersizdiler.
Yemleri iştahla yemeye koyulduklarında, aniden üzerlerine atılan ağın altında hareket edemez ve kanat çırpamaz olduklarını fark ettiklerinde artık iş işten geçmişti. Akabinde, bundan sonra başlarına geleceklerin hayatlarının en büyük dönüm noktası olacağından habersiz, kendilerini büyükçe bir kafesin içinde buldular.
Burası, hiç alışık olmadıkları ve pek kabul edemeyecekleri bir yerdi. Belli ki kader, onları daracık tellerinin arasından çıkamayacakları bu kafeste kalmaya mahkum etmişti.
Geldiklerinde hazır darı bulunan kafesin yemlikleri, boşaldıkça dolduruluyordu. Evet, can sıkıcı hissettirmesine rağmen, burası açlıklarını bastırabilmek uğruna her gün kilometrelerce mesafe katederek bulabilecekleri bir tutam yiyeceğin kat be kat fazlasının önlerine konduğu, gönüllerince karınlarını doyurabilecekleri bir yerdi. Soğuğun, fırtınanın ve kartal saldırısı tehlikesinin bulunmadığı, en leziz yemleri yerken bolca sohbet edebildikleri böylesine eğlenceli ve güvenli bir yer ancak “cennet” olabilirdi. Hiç bir karşılık beklemeden günün her saatinde önlerindeki yemlik ve sulukları dolduran bakıcıları, “velinimetleri” saydılar ve sundukları yiyecekleri sonsuz bir iştahla yiyerek günlerinin tadını çıkarmaya başladılar.
Sürünün lideri, kafeste bu yeni ve mutlu hayat kurulduktan sonra da gruba önderlik görevini sürdürmeye devam etti. Kuşların yemlenme, su içme ve kafesin bir ucundan diğerine uçuşları sırasında yardımcısıyla birlikte düzeni sağlıyordu. Dışarıda iken, yuvası ve hayat şartları sürünün üyelerinden farklı olmasa da, burada ayrıcalıklı bir konuma ve kafesin yüksek bir köşesinde herkesin imrendiği genişçe, konforlu bir makama sahipti. Sık sık topluluğa, bu yeni dönemde içinde yaşadıkları düzenin faziletlerinden söz ediyor, artık önceki sıkıntılı hayatın sona erdiğini; ulaştıkları nimet bolluğu ve rahatlık nedeniyle kendilerine bu fırsatı sağlayanlara minnettarlık duymaları gerektiğini telkin ediyordu.
Günler, zevk ve eğlence içinde bolca yiyecekle beslenerek geçtikçe, vücutlarının iyice şekillendiğini, kalçalarının irileştiğini fark etmeye başladılar. Günün sonuna doğru kafesin içinde gezinirken, arada durup birbirlerinin dolgun endamını seyretmek, tellerin arasından vuran güneş ışığında tüylerinin parladığını görmek onlara tarifsiz bir zevk veriyordu.
İçlerinde garip biri vardı. Oldum olası, sürünün genel özelliklerine uymayan, farklı davranış ve tepkileri olan, aykırı ve dikkat çeken bir kuş…Grup kafese girdiği andan itibaren tek bir yem tanesine bile dokunmamıştı. Sadece arada bir su içmekle yetiniyordu. Oldukça tuhaf ve anlaşılmaz bir durum; bir kuş, önüne hazır konan bu kadar bol ve iştah açıcı yemleri nasıl reddedebilirdi?
Sık sık liderlerinin ve gruptakilerin, “neden sürüye uymadığı ve herkes gibi önüne konulanları yemediğine” dair sorgulamalarına maruz kalıyordu. Ayrıca kendisini, “çok zayıfladığı ve böyle devam ettiği takdirde, iyice güçten düşüp, hastalanacağı ve ölebileceği” konusunda uyarıyorlardı. Zayıf kuş, söylenenlere tek bir kelime ile cevap vermeden sadece kafasını olumsuz anlamda iki yana sallıyor ve ardından kafesin tellerinin arasından dışarıya, uzaklara bakıyor ve dalıp gidiyordu.
Anlaşılan, yemlere hiç dokunmamaya kesin kararlıydı. Bu davranışına olumlu bir anlam yüklemek mümkün olmadığı gibi, herkes aklını kaybettiğine hükmediyordu. Kuşlar, kafeste çalımlı bir şekilde gezinirken, kenarda gözünü dışarıdaki bir noktaya diken bu cılız, süzülmüş bedene acıyarak bakıyorlardı.
Evet, vakitlerini bolca beslenme ve dinlenme ile geçirmelerinin sonucu, parlak tüylü ve gösterişli bedenlere kavuşmuşlardı. Ama hareketleri giderek yavaşlıyor, eski çeviklik ve esnekliklerini kaybediyorlardı. Bu, alışık olmadıkları bir durumdu. Bir taraftan her gün dozunu daha ileriye götürmek istedikleri bir keyif ve rahatlık; diğer taraftan hiç bir şey yapmama isteğiyle kendini gösteren bir tutukluk ve uyuşukluk hali..
Dışarıda oldukları dönemdeki gibi kıvrak hareket edemedikleri, bilinçlerinin bulanıklaştığı ve yeterince keskin düşünemedikleri algısı, zaman zaman zihinlerini meşgul ediyordu ama bunu hemen kafalarından atıyorlardı. Yıllardır özledikleri, tehlikeden uzak, rahat ve konforlu bir hayata kavuşmuşlardı ya…Gerisinin pek bir önemi yoktu.
Bu şekilde, doyumsuz zevkler içinde günlerini geçirirken içlerinde garip bir duygunun, bir boşluğun belirmeye başladığını hissediyorlar ama bunu bir türlü tanımlayamıyorlardı. Galiba kahır ve açlık çekmiş olsalar da engin göklerde özgürce kanat çırptıkları eski dönemleri özlüyorlardı. Ama yaşadıkları keyifli hayat, bu duyguyu anında unutturuyordu.
Günler günleri kovaladı…Kuşlar semirdikçe semirdi, bizim aykırı kuşumuz zayıfladıkça zayıfladı.
Bir gün, bir anda, umulmadık bir şey oldu:
Kuşların, öğle yemeği sonrası tüneklerde istirahate çekildikleri bir sırada, kafesin iç kenarında duran zayıf kuş bir anda bulunduğu yerde gerinerek silkindi, kanatlarını kısa bir süre olduğu yerde çırptı ve sonra kanat çırpışlarını arttırarak hızla kafesin dış cephesine doğru uçmaya başladı.
Öykünün devamını ve sonunu Feridüddin Attar’ın satırlarından okuyalım:
…İçlerinden biri açlığa rağmen verilenleri yemedi. Öyle ki, bir gün kafesten çıkabilecek kadar zayıfladı ve tellerin arasından uçup gitti. Diğerleri öylece bakakaldılar.
*********
Bu bir kaç satırlık çarpıcı öyküden; özgürlüğün ve bağımsızlığın değerine, onur ve haysiyete, irade ve metanete, cesaret ve karakter sağlamlığına, minnetsizlik ve tenezzülsüzlüğe dair çok şey anlamamız gerekiyor:
Kuşun doğası, uçmayı gerektirir. Öyle geniş de olsa bir kafesin bir ucundan bir ucuna değil; engin göklerde alabildiğine kanat çırparak, vadilerde süzülerek, dağları ve tepeleri aşarak…
Kuş için kanat çırpmak sadece bir eylem değil, temelde varoluşunun ve varlığını sürdürmesinin gereğidir. Yaşamak ve neslini sürdürmek için beslenmek; beslenmek için uçmak zorundadır.
Kuş, avlanmasını gerektirecek kadar aç kalmadıkça, arzu ettiği yiyecekler sürekli önüne hazır geldikçe, karnını doyurmak üzere uçmak zorunda kalmadıkça; varlık gerekçesi ortadan kalkar, misyonunu unutur ve amacını kaybeder. Uçmasını gerektirmeyen bir ortamda yaşadıkça, yaratılıştan sahip olduğu avlanma güdüsü ve refleksleri zayıflar, buna ilişkin tüm doğal becerileri körelir.
Yiyeceğini, kanat çırpıp çaba harcayarak kendi emek ve hüneriyle değil de; habitatından bütünüyle uzaklaştırıldığı ve hareket alanının kısıtlandığı yapay ve denetimli bir ortamda dışarıdan beslenerek elde eden ve semiren bir kuş, sadece biyolojik yaşam döngüsüne ters düşmekle kalmaz, aynı zamanda bağımsızlığını ve özgürlüğünü de kaybetmiş olur.
Kafes, dışarıdaki ortamdan çok daha bol yiyecek, konforlu ve risksiz bir hayat, hatta kendi içinde uçma fırsatı sağlasa bile kuş için bir hapishanedir. Kuşun istediği yere uçmasını engelleyen tel örgülü çeperleri olduğu için değil; aç kalmasına, kendi biyolojik işlevlerini yerine getirmek üzere kanat çırpmasına ve avlanmak zorunda kalmasına fırsat vermediği için..
Özgürlük, istediği her şeyi kolaylıkla elde edebilmek, rahat ve konforlu yaşayabilmek değildir. Ulaşmak istediği şeyi zorluklarla mücadele ederek, riskleri ve engelleri aşarak, kendi irade ve becerisiyle elde etmektir. Bu nedenle bağımsız olmayı, kendi kendine yetebilmeyi, kendi sınırlarını zorlamayı ve aşmayı gerektirir.
“Besili ve göz alıcı bir kuş” olarak satılmak üzere kafesteki örtülü sömürü düzeninin bir parçası olmak, karşılığında doyumsuz zevklere ve rahat bir hayata kavuşmak, “esaretin bedelidir;” verilen yiyeceklere minnet etmeyip, aç kalmak, yoksunluk ve zorluklara katlanmak ise, “özgürlüğün” bedeli…
Teslimiyet, yamanma, vesayete ve boyunduruğa rıza gösterme pahasına “tokluğa kavuşmak;” ya da açlığa direnme ve esareti reddetme karşılığında kendi kaderini tayin edebilmek ve “onurunu kurtarmak.”
Çekiciliğine kapıldıkları “konfor alanında” iradelerini ve zorluklarla mücadele etme yeteneklerini kaybeden kuşlar, hazır yiyeceğe alıştıkça ve şişmanladıkça, daha çok ve daha fazla iştahla yeme bağımlılığının pençesine düştüler. Rıza gösterdikleri yamanma halinin beyinlerinde uyandırdığı haz, tıpkı uyuşturucu gibi, bağımsız davranış iradelerini her geçen gün daha da zayıflattı ve onları daha da teslimiyetçi hale getirdi.
Boyunduruğu reddeden kahramanımız, aç ve nahif bir bedenle; ama bir o kadar da mağrur, iradeli ve keskin bir bilinçle özgürlüğe uçtu..
Geride kalanlar ise, hazza odaklanmış besili bedenleri; ama iradesiz, ahmaklaşmış ve yozlaşmış zihinleriyle içine düştükleri bağımlılık kısır döngüsünden kurtulamadılar.
