Sistemin ilkelerini ve kurallarını neden sürekli ihlal ediyoruz?

Kişiler, toplum ve devlet olarak ilkesizliği, kuralsızlığı, etik dışı davranışı ve haksızlığı benimseyerek sıradanlaştırmak ve ortaya çıkan anormalliği kısa sürede bir sistem haline getirmek, ülkemizin toplumsal ve siyasi yapısının geçmişten bugüne değişmeyen bir özelliği oldu.

Buna dair, yüzlerce örnek arasından başlıca üç çarpıklığı gösterebiliriz:

-1986’da başlatılan, sicil amirlerince devlet memurlarına yıllık sicil notu verilmesi uygulaması, zamanla başarılı olup olmadığına bakılmaksızın her memura “bol keseden” ve en üst dereceden (90’ın üzerinde not olarak) dağıtılan bahşiş niteliğinde bir uygulamaya dönüştürülmesi sonucu 2011’de çıkarılan bir torba kanunla sona erdirildi.

Uygulama öylesine ölçüsüz ve lâçka bir hale gelmişti ki, başarılı olup olmadıklarına bakılmaksızın amirlerince standart bir “iane” olarak herkese dağıtılan 90’ın üzerindeki sicil notunu alamayanlar, sözgelimi “85 (iyi derece puan)” alanlar, idari yargıya başvurarak hukuk müdahalesi yoluyla notlarını yükseltiyorlardı.

“Çalışan-çalışmayan” ayırımını ortadan kaldıran böylesine anlamsız bir sicil sistemi; gerçekte başarılı olup yüksek sicil notu alanlarla yan gelip yatarak aynı notu alanların bir arada tutulduğu, dolayısıyla başarılı olanların performanslarının fark edilmediği adaletsiz bir düzenlemeye dönüşmüştü.

Öyle ki, bu adaletsiz uygulamanın yerleşmesi ve normalleşmesi sonucunda, neredeyse tüm memurlar her yıl istisnasız 90’ın üzerinde sicil notu alır duruma geldiler. Memura, gerçek durumuna göre hakkaniyetli ve ölçülü davranarak 90’ın altında hakettiği sicil notunu verenler ise, çalışanlar arasında, kimsenin sevmediği; anormal, “cins” ve adeta “uzaydan gelmiş bir yaratık” muamelesi görmeye başladılar.

-Hiç bir hak ve hukuk anlayışı taşımayan uyanık vatandaşlarımız, kırdan kente göç süreci boyunca, şehirlerdeki ve sahil bölgelerindeki kamuya ve hazineye ait arazileri pervasızca işgal ederek buralardan büyük servetler kazandılar.

Herkese ait olan bu yerlerin işgaline seyirci kalan devlet, gaspettikleri yerleri belli süre ellerinde tutanları gecekondu ve arazi aflarıyla tapu sahibi yaparak tüm toplumun hakkından kendilerine adaletsiz biçimde büyük servet transferleri gerçekleştirdi ve kentsel ranttan semiren geniş bir zenginler zümresi oluşturdu.

Sonuçta, haramı ve helâli gözeten, kamunun ve başkalarının hakkına saygılı, naif, dürüst ve ahlâklı insanlar bu yolla akılsız, enayi ve ezik yerine konulup fakir bırakılırken; devlet eliyle onların haklarına çökenler, işini bilen, akıllı, marifetli, prestij sahibi ve saygın insanlar haline geldiler.

Büyük şehirlerdeki yerleşimlerin çok önemli bir bölümü, ciddi ölçüde hukuksuzluk, sosyal adaletsizlik ve ekonomik eşitsizlik doğuran; ahlaki yozlaşmayı ve toplumsal çözülmeyi yaygınlaştıran bu politika ve uygulamalarla oluşturuldu.

-Geniş bir kesimin kopardığı yaygara sonucu, hükümetin getirdiği EYT uygulamasıyla mevcut sosyal güvenlik sisteminin gerektirdiği yasal standartlara ve kurallara aykırı olarak milyonlarca kişi erken yaşta emeklilik hakkına kavuşturuldu ve ülkemiz Avrupa’da benzeri olmayan bir “genç emekliler ülkesi”ne dönüştürüldü.

“Ödenen prime göre emeklilik maaşı” sisteminin gerektirdiği teknik formüllere uyulmaksızın gerçekleştirilen bu uygulama ile sosyal güvenlik sisteminin “finansal kaynak-mali yük” ilişkisi ve “aktüeryal dengeleri” tamamen alt üst edildi ve emeklilik sistemimiz gelecekte karşılayamayacağı ağır bir mali yükün altına sokuldu.

Milyonlarca kişinin düşük prim gün sayısı ile emekli edilmesine bağlı düşük emeklilik maaşından kaynaklanan serzenişleri gidermek üzere, “emeklilik taban aylığı” uygulaması ve “en düşük emekli maaşının arttırılması” sonucu; bu defa öyle adaletsiz bir tablo ortaya çıktı ki, 3600 gün prim ödeyenlerle daha önce 9000 gün prim ödeyenler neredeyse aynı maaşı alır hale geldiler.

Böylelikle, popülist amaçlarla seçimi garanti etme peşinde koşanlar tarafından, daha önce sistemin gerektirdiği sürelere ve standartlara uygun şekilde emekli olanların ödediği primlerden ve devletin genel bütçe kaynaklarından, oy hakkını bir tehdit unsuru olarak kullanıp gürültü koparanlara haksız gelir ve maaş transferi sağlandı.

Verilen örneklerdeki bu çarpık durumlar neden oraya çıkıyor?

Herkesin ortak çıkarı ve iyiliği için, toplum olarak bir arada yaşama kurallarını gerçek anlamda benimseyen, içselleştiren ve birer davranış normu ve kültürü haline dönüştüren dürüst ve ahlaklı insanlar olamadığımız için…

Yozlaşma süreci şöyle işliyor:

-Kişiler, toplumdaki diğer kişilerin kurallara uymayacağını düşündüklerinde, “toplumsal güvensizlik” oluşuyor ve kendileri de uyma motivasyonunu kaybediyorlar. Bu, “herkes yapıyorsa ben de yapabilirim” şeklindeki kolektif bir ahlaki erozyonu tetikliyor.

-Sürekli tekrarlanan yozlaşma ve ihlal örnekleri, toplumun kollektif hafızasına yerleşiyor. Toplum, tarih boyunca kuralların sürekli ihlal edildiği bir kültürel mirasa sahipse, bu durum kuralların çiğnenmesini norm haline getiriyor.

-Toplumun bir bütün olarak kurallara uymaması, normların kolektif şekilde yıkılmasına, “sosyal anomi”ye (çözülmeye), düzenleyici toplumsal otoritenin gücünü ve nüfuzunu kaybetmesine yol açıyor.

-Kuralların belirsizleşmesi ve işlevini kaybetmesiyle kişiler, ciddi bir anlam ve yön kaybına uğruyorlar. Bu da düzensizlik ve kaosa yol açıyor.

-Kişilerin kısa vadeli kazançlarını uzun vadeli toplumsal faydanın önüne koyması, toplumda yaygınlaşan pragmatist ve bireyci kültür tarafından besleniyor.

-Kuralların bazı kişiler veya gruplar için keyfi olarak uygulanması veya bazılarına muafiyet uygulanması, “adaletsizlik” algısını oluşturuyor ve bu da kuralların meşruiyetini zayıflatıyor.

-İhlaller karşısında etkili bir yaptırım yoksa,
sistemin işleyiş mekanizması ve hukuk kuralları işlevselliğini kaybediyor ve insanlar yaptırımlardan çekinmez hale geliyorlar. ihlalde bulunmanın maliyeti düşükse ve getirisi yüksekse, insanlar kuralları ihlal etmeyi tercih ediyorlar.

Ahlâki yükümlülüğümüz ve toplumun bir ferdi olmaktan doğan sorumluluğumuz uyarınca, özde ve sözde benimsememiz gerektiği halde göz ardı ettiğimiz ve işimize geldiğinde şahsi çıkarlarımız doğrultusunda bilinçli bir şekilde çiğnediğimiz kurallar, toplum nezdinde de güvenilir olmaktan çıkıyor.

Kural ihlallerinin normalleşmesinin ve buradan doğan kollektif sorumsuzluğun yaygınlaşmasının; kısa vadede kaos, düzensizlik ve güvensizlik oluştururken, orta vadede adalet krizine ve toplum düzeninde kurumsal çöküşe yol açması beklenen bir sonuçtur.

Toplumun düzeninin temeli adalettir.
Adalet olmazsa, toplum bütünüyle çöker.

Kamu düzenimizin sağlıklı işleyebilmesi, ancak, toplumun iyiliğinin ve genel çıkarlarının güvencesi olan adil ve eşitlikçi kurallara hepimizin eksiksiz riayet etmesiyle mümkün olabilir.

YORUMLAR (20)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
20 Yorum