Üretici, çayını, fındığını toplamıyor? Yarıcılar neden nazlanıyor?
Ülkemizde, son yıllarda çay ve fındık gibi nitelikli bahçe ürünlerinin toplanma maliyetlerinde, hiç bir mantıkla açıklanamayacak ölçüde absürt ve çelişkili tablolar yaşanıyor.
Geçmişten bu yana, yerleşik uygulama gereği, fındık toplama zamanı geldiğinde, bahçelerinde kendileri çalışmak istemeyen üreticiler, fındıklarını “yarıcıya” toplattırıyorlardı.
Yani, yarısı toplayana, yarısı bahçe sahibi üreticiye…
Son zamanlarda, “fındık toplama yevmiyesi/fındık satış fiyatı” dengesi yarıcıları memnun etmediği için; toplayıcı payı “üçte ikiye” yükseldi.
Yani üçte ikisi toplayana, üçte biri üreticiye…
Bu yıl bahçesindeki fındığını toplatmak isteyen bir tanıdığım, toplayıcının kendisinden şu garip istekte bulunduğunu ifade etti:
“Üçte iki kurtarmaz. Ancak tamamı bana kalırsa, toplarım. O da bir şartla; toplamaya başlamadan önce fındık ağaçlarının altındaki otları temizleyerek bahçeyi bana teslim etmelisin.”
Abartılı gibi görünen, ancak fiilen yaşanmış olan bu olay; Türkiye’nin son dönemlerde geçirdiği hızlı sosyoekonomik değişim sürecinin ortaya çıkardığı çarpık tablodaki trajikomik gerçekliği çok güzel ifade ediyor.
Gerek Karadeniz Bölgesindeki fındık ve çay üreticileri, gerek diğer bölgelerde ihracata yönelik yüksek gelir getirici kayısı, incir, kabuklu meyve vb gibi ürünleri üretenler; bu meyve ve bitkileri, vaktiyle “hobi” amacıyla değil, geçimlerini sağlamak veya geçimlerine büyük çapta destek olması amacıyla dikmişlerdi. Bundan bir süre öncesine kadar da hayatlarını büyük ölçüde bunlardan elde ettikleri gelirle idame ettiriyorlardı.
Geçmişte geçimini sağlamak üzere çay veya fındık dikip yetiştiren ve uzunca bir süre tüm fertleriyle hasatını yapan bir ailenin; bahçesindeki ürünü toplamaktan vazgeçmesinin ve başkasına yaptırma arayışına girmesinin bir kaç anlaşılabilir nedeni olabilir:
Bahçe sahibi;
-Eskiden geçimini sadece bu tür ürünlerin gelirinden sağlarken, bu defa bütünüyle farklı bir üretim veya ticaret alanında faaliyet gösteriyor; kamuda veya özelde düzenli maaş karşılığı çalışıyordur. Geçimini tamamen veya büyük ölçüde bu alanlardan sağladığı için, aslında çay veya fındık satışından sağlanacak gelire ihtiyacı; ayrıca mesaisini tam zamanlı verdiği işinden koparak ürün toplamaya ayıracak zamanı yoktur. Kısacası, köyüne sadece tatil için geldiği varsayımından hareketle; “zaman tahsisi” veya “ekonomik gelir” yönünden, mevcut işini çay veya fındık toplama işi ile “ikame etmesinin” rasyonel bir temeli ve gerekçesi yoktur
-Ürününü fiilen kendisi toplamayı gönlünden geçirse bile; yaşlı, hasta veya güçsüz olması dolayısıyla bedenen toplamaya elverişli değildir.
-Vakti müsait, sağlığı da elverişli olduğu halde; rahatça geçinecek düzenli bir gelire (yüksek emekli maaşı, kira, rant geliri vb) sahip olduğu için, hobi amaçlı olmanın dışında çayı/fındığı kendisinin toplamasını gerektiren finansal bir zorunluluğu yoktur.
-Düşük maaş veya düşük emekli maaşı, düşük ticaret veya serbest meslek geliri olması nedeniyle; ürününü kendisi toplaması halinde kazanacağı ek gelire, objektif ve finansal şartlar gereği ihtiyaç duymaktadır. Ayrıca müsait zamanı da vardır. Ancak sırf tembelliği ve üşengeçliği nedeniyle toplama zahmetinden kaçınıyor veya “bizzat fındık toplamayı,” “amelelik” niteliğinde ve “düşük statü göstergesi” olarak gördüğü için, işi başkasına yaptırmak istiyordur.
Tipik olarak bu grupta yer alanlar; sadece kendileri adına veya diğer aile üyeleriyle birlikte de olsa, evlerine toplamda “düşük” veya “ortalamaya yakın” miktarda gelir (maaş, emekli maaşı, belki sosyal yardım, bakım yardımı vb) giren kişilerdir. SGK, Bağ-Kur ve EYT ile genellikle genç yaşta emekliye ayrılanlardan oluşan bu gruptakiler; aslında bedenen güçlü ve çalışabilir oldukları halde, ek bir zahmet harcamaya, dolayısıyla çalışmaya gerek olmaksızın ellerindekiyle yetinmeyi tercih ederler. Daha fazlasını talep etmeden, tabir yerindeyse “yan gelip yatarak” geçinirler.
Bu insanların hayat rutini, Baharın ortalarında başlayarak Güze kadar geçen süre içinde, köy evlerinde; kışın ise şehirde güneş görmeyen apartman bloklarındaki dairelerinde, “dişe değer bir faaliyet göstermeden hayatlarını sürdürmek” üzerine kuruludur. Bu arada, dışarıda olduklarında, kahvede kağıt oynayıp laf çalarak; evlerinde ise bahçede gölgelenerek veya balkonda etrafı seyrederek vakit öldürmekten başka yaptıkları bir şey yoktur.
Çoğunluğu 50-65 yaş arasında olan (65 yaşın üstündekilere sözümüz yok) bu kesim, köyde kaldıkları süre içinde küçük veya büyükbaş hayvan yetiştirmek şöyle dursun; miskinlik ve bezginliklerinden taze ve doğal yumurta alabilecekleri bir kaç tavuk da beslemezler. Katkılı süt, yoğurt ve yumurtayı, köy ortamında, iki sokak ötelerinde açılmış olan“üç harfli marketlerden” almaktan mahcubiyet ve sıkılganlık duymazlar.
Evlerine giren toplam gelir, pek de yüksek bir refah ve tatmin düzeyi sağlamadığı halde, kendi ürünlerini toplamaya tenezzül etmemelerinin temelinde; beden işçiliğini hor görmek, kendileri yan yatarken başkasına yaptırmayı bir “imtiyaz,” “seçkinlik” veya “statü göstergesi” olarak algılamak gibi, kompleksli ve sorunlu bir bakış açısının söz konusu olabileceğini de vurgulamak gerekir.
Şimdi, gelelim konunun “tarım işgücü boyutuna,” yani fındık toplama işçilerinin nasıl böylesine aşırı ve absürt taleplerde bulunabildiklerine…
Üreticinin gücü yettiği halde, kendisini küçük düşürücü bir taleple karşılaşarak rezil olma pahasına fındığını toplamaması; toplayıcının ise, kendisini naza çekip akla ziyan istek ve şartlar ileri sürmesi, ekonomide bir şeylerin ters gittiğini; finans dengeleri, üretim arz ve talebi, istihdam politikası, işgücü piyasası ve ücret düzeyleri açısından ciddi bir çarpıklığın bulunduğunu ortaya koyuyor.
Bu bağlamda şu soruların sorulması gerekir:
-Fındığın fiyatı mı düşük?:
Hayır, Türkiye’de kabuklu fındığın fiyatı, dış piyasalarda, yabancı ülkelerdeki fiyatlar seviyesinde; hatta yer yer oradaki fiyatların bile üzerindedir.
-Fındık yetiştirme, bakım ve girdi maliyetleri mi yüksek?:
Türkiye’de fındık üreticilerinin arazi ve işletme ölçekleri düşük, girdi maliyetleri nisbeten yüksek olsa da, fiyatlar seviyesi bunu dengeliyor.
-Fındık toplama yevmiyeleri veya ürün bölüşüm oranları mı yüksek?:
İşte burada büyük bir belirsizlik, dengesizlik ve kaos var.
Fındık üreticilerini, gelirine ihtiyaçları olduğu halde kendi fındıklarını toplamaktan alıkoyan ve onları tenezzülsüz hale getiren faktörler; aynı zamanda yerel fındık toplama işgücünü de nazlı, müşkülpesent ve piyasa ücretlerinden tatmin duymayacak hale getiren nedenleri oluşturuyor.
Çünkü, yaş ortalaması hayli genç ve aktüerya dengesi bozulmuş 16 milyonluk emekli kitlesi, işgücü verimliliği son derece düşük 5.5 milyonluk kamu görevlileri kitlesi, çeşitli kapsam ve başlıklar altında sosyal yardım ve bakım desteği alan 20 milyonluk nüfus kitlesi olan ve insanların fazla çalışmadan kolaylıkla asgari geçim düzeyinde gelir standardına kavuşabildiği Türkiye gibi bir ülkede; ürün toplama bedellerini makul ve tatmin edici bir düzeyde tutmak mümkün değildir.
Toplanmaya hazır hale getirilene kadar, bakımı ve giderleri üreticiler tarafından karşılanan bu tür ürünlerin; toplanması, kurutulması ve sevkiyata hazır hale getirilmesini yapanlara ödenecek karşılık; dünyanın ekonomik dengeleri bizdeki kadar bozulmamış hemen her ülkesinde satış gelirinin %25-40’ı veya en çok %50’si oranında seyrediyor. Hatta kahve toplama işinde (Brezilya’da) çok daha düşük, %15-25 civarlarında.
Çayın ve fındığın nisbeten tatminkâr, hatta yer yer yurt dışı fiyatlardan daha iyi seviyede bir satış getirisi olmasına rağmen;
Türkiye’de “ürün toplama bölüşüm oranlarından” duyulan yaygın tatminsizlik; bundan 3-5 yıl öncesinde Gürcistan’dan gelen, içinde bulunduğumuz yıllarda ise Afrika’dan gelen göçmen işçilerin alternatif işgücü kaynağı olarak devreye sokulması sonucunu getirdi. Ama, ihtiyaç ne zamana kadar bu şekilde çözülür, belli değil…
Yorulmadan ve üretmeden kolayca geçinmenin mümkün olduğu bir toplumda;
-Emeğin karşılığı ve üretimin değeri bilinmez; tembellik ve “haketmeden geçinme” kurumsallaşır.
-Emeksiz ve üretimsiz sağlanan asgari geçim standardı veya belli bir düzeyin üzerinde garanti edilen maaş düzeyi, “ücretler genel seviyesini” yükseltir. Üretmeden kolayca elde edilen maaş ve ücret miktarları, gerçek emek gerektiren işlerde; belli katsayı farklarıyla arttırılacak temel bir referans noktası olur ve özellikle “mevsimlik,” “süresiz” ve “geçici” işlerde, girdi maliyetleriyle tutarlı makul ve istikrarlı ücret düzeyleri oluşturulmasını hayli güçleştirir.
Özetle; üreticilerin çay veya fındıklarını toplamaktan üşenip, boş boş oturarak balkonlarından bahçelerini seyretmeleri; “bölüşüm oranı” esasıyla toplamak isteyenlerin ise ürünün tamamını istemeye kadar varan absürt şartlar ileri sürmeleri; ciddi ekonomik dengesizlik ve çarpıklıkların işaretidir. Bu, ülkede hemen herkesin düşük de olsa yorulmadan geçinmeye yeterli bir gelir elde edebilmesini sağlayan popülist “kamu himayeciliği” sisteminin; bununla bağlantılı verimsizlik esaslı ücret, maaş, sosyal destek ve emeklilik politikalarının doğurduğu bir sonuçtur.
