Valizle para taşımamak için 500 ve 1000 TL’lik banknotlar basılmalı
Medyada yer alan bir haber:
“…2025’in ilk kirazı Manisa’da hasat edildi. Üretilen kirazın kilosu 3.500 TL’den satıldı.”
Bir kilogram kirazda, ortalama 150 kiraz var.
Kirazın tanesi 23 TL’ye geliyor.
Tek bir kiraz için;
-Kâğıt para ile, 2 tane 10’luk banknot, 3 tane madeni “1” TL ödemeniz gerekiyor.
-Bozuk para ile, 23 tane madeni “1” TL ödemeniz gerekiyor.
Bir kişinin, isterse bir oturuşta tamamını yiyebileceği 1 kiloluk miktar içindeki tek bir kirazın bedeli bu…
Bir kirazın ağırlığı ortalama 6.6 gram
Bedelinin bozuk (madeni) para ile ödendiğini düşünelim. Olur mu, olur..
Madeni 1 TL’nin ağırlığı da azaltılmış haliyle 6.6 gram (2023 öncesinde 8.2 gram idi)
Satıcının avucuna sayacağınız 23 tane 1’er liralık madeni paraların toplam ağırlığı da 152 gram.
1 TL’nin üretim maliyeti (büyük ölçüde metal değeri) 2024 yılı fiyatlarına göre 3 TL idi. Buna göre hesaplarsak, madeni 23 TL’nin toplam maliyeti 69TL.
Sonuç: Üretim maliyeti 69 TL, toplam ağırlığı 152 gram olan 23 tane 1’er lira ile sadece ağırlığı 6.6 gram olan tek bir kiraz satın alıyorsunuz.
Akıl almaz bir durum.
Kirazın kilosunun 3.500 TL olması, elbette çok uç bir örnek ve haliyle istisnai bir durum. Ama gerçekte çok az miktarda ve kısa süreli de olsa böylesine yüksek fiyattan alıcı bulması, ortaya koyduğumuz hesabın yapılmasını haklı ve mazur göstermeye yetiyor.
Öte yandan bir bağ maydonozun 20 TL, bir kilo “fıstık içinin” 2.500 TL gibi rakamlarla satılması, turfanda meyve fiyatları dışında bir çok ürün için benzer astronomik fiyatların her gün pazarda veya markette karşımıza çıkabileceğini gösteriyor.
Bu örneklerde görüldüğü gibi, sıradan bir çok ürünün mücevher bedeli mesabesinde yüksek nominal değerlerle alım satıma konu olması, öncelikle Türkiye’de kronikleşmiş yüksek enflasyonun varlığını tescil ediyor. Bundan da öte, TL’nin temel bir “değer ölçüsü,” “değişim aracı” ve “değer saklama aracı” olma gibi teknik ve ekonomik işlevlerini büyük ölçüde kaybettiğini; insan emeğinin değersizleştiğini, sözleşmelere ve gelecek planlarına yönelik güven ve istikrar unsurlarının zedelendiğini, para basma otoritesi (devlet) ile halk arasında paranın değeri üzerinden kurulan güven ilişkisinin erozyona uğradığını gösteriyor.
Yasal açıdan geçerli olmalarına rağmen, 1 kuruş, 5 kuruş, 10 kuruş ve 25 kuruşluk madeni paralar fiilen tedavülden kalkmış durumda…Ayrıca 2025 Ocak ayı itibariyle bu paraların darphane tarafından basımlarının da durdurulduğu açıklandı.
Gelelim “banknot para” cephesine…
Kâğıt, yani banknot paralarda da, “fiziki” (materyal) değerleri” ile “itibari” değerleri arasında, madeni paralardaki kadar orantısız olmasa bile hızlı bir değer erozyonu var. Bu bağlamda, nominal değerlerini ifade eden rakamların, fiyatları hızla artan en basit mal ve hizmetleri satın almakta bile yetersiz kalması ve sonuçta alabildiğine değersizleşmeleri söz konusu… Öyle ki, en büyük kupürlü banknot paramız 200 TL ile, ancak lokantada bir kâse çorba içilebiliyor veya kahve dükkanından 1 orta boy “latte” ile 2 simit alınabiliyor.
Üzerlerindeki rakamlara göre düşük nominal değerli paralar (madeni paralar) ile yüksek nominal değerli paralar (kâğıt paralar) arasında, “talep edilir olma” yönünden doğrusal bir ilişki; mevcudiyetleri yönünden ise ters bir ilişki bulunuyor. Paraya olan talep, üzerindeki değer küçüldükçe azalıyor, büyüdükçe artıyor. Mevcudiyetleri ise, değerleri küçüldükçe artıyor, büyüdükçe azalıyor. Hatta belli bir kupür değerinden sonra hiç bulunmuyor.
Yüksek nominal değerli paralara (örneğin. 100 TL, 200 TL) olan talep, enflasyon karşısında değerlerini kısmen korudukları için artıyor. Buna karşılık, düşük nominal değerli paraların alım gücü sembolik düzeye indiğinden, kendilerine yönelik talep neredeyse hiç yok. Bu nedenle özellikle 50 kuruşun altındaki paralar, piyasada olsalar da talep görmedikleri için kullanılmıyorlar. Oysa, enflasyon nedeniyle yüksek nominal değerli paralara, giderek artan bir talep olmasına rağmen; belli bir kupür değerinden sonra mevcut olmadıkları için (örneğin 200 TL’nin üzerindeki banknotlar basılmadığı için), bu talep karşılanamıyor.
Böyle bir durumda, para, bir değer biriktirme ve değişim aracı olma işlevini gereği gibi yerine getirmek bir yana; doğurduğu “saklanma,” “taşınma” ve “korunma” gereği açısından, bizatihi kendisi “fiziki bir yük” haline geliyor.
Halen bu olumsuz sonuçları önemli ölçüde hissediyoruz. Mesela 10 bin TL gibi günlük bir ödeme için gereken 50 tane 200 TL’nin cüzdanlara sığması, rakamın daha da artması halinde ise cepte taşınması mümkün değil.
Önlem alınmadığı ve bu sorunlu durum devam ettiği takdirde, biraz yüklü ödemeler için çok geçmeden valizlerle para taşınması gerekeceği açık.
Bu absürt tablo, ekonomimize ve para sistemimize dair üç temel gerçeği;
-Yüksek enflasyonun, Türk Lirası’nda telafisi güç ve rasyonel sınırları aşan bir değer kaybına yol açtığını,
-Paranın sembolik değerinin ekonomik gerçeklikle bağını kopardığını, bir başka deyişle, parasal büyüklüklerin reel karşılıklarından giderek uzaklaştığını,
-Piyasada dolaşımda bulunan banknot ve madeni paraların, üzerlerinde yazan “nominal değerleri temsil etme” ve “gerçek satın alma gücü taşıma” işlevlerini büyük ölçüde yitirmiş olduklarını açıkça ortaya koyuyor.
Türkiye’de kronikleşmiş bulunan ve halen yaşamakta olduğumuz “azalan para değeri-artan fiziki para hacmi”asimetrisinin abartılı örneklerine geçmişte dünyanın pek çok ülkesinde rastlandı:
-Weimar Almanyası (1921-1923):
Paranın değeri saatlik düştüğü için, işçiler maaşlarını günün başında nakit olarak alıyor; eşleri valizler ve sepetler içinde taşıdıkları paralarla hemen markete koşuyorlardı. Hatta bazı fırınlar, odun yerine kâğıt “Mark” yakmaya başlamışlardı.
-Zimbabve (2006–2009):
İnsanlar pazar tezgahında iken, ürünün fiyatı ödeme yapılana kadar 2-3 kat artabiliyordu. Paralar sayılmak yerine kilo ile tartılıyor; “100 Trilyon Zimbabve Doları” ile ancak bir ekmek alınabiliyordu.
-Venezuela (2016–2018):
2018’de % 1 milyonu aşan enflasyon nedeniyle, ödemelerde, para kilo ile tartılıyordu. Para ödemesi yerine, ABD doları, kripto paralar ve takas sistemi yaygınlaştı. Nitelikli mesleklerin değeri yerle bir olduğu için, doktorlar ve mühendisler karınlarını doyurabilmek için işlerini bırakıp pizzacıda çalışmaya başladılar.
Türk lirasıyla ilgili bu hayli uyumsuz ve çarpık tablonun ortaya çıkardığı sonuçları şöyle sıralayabiliriz:
-Kupürlerin üzerindeki sayısal değerler hızla şişerken, paranın reel satın alma gücü dramatik biçimde azalıyor.
-Vatandaşlar, tasarruf aracı olarak paraya değil; paranın yerini alacak ve hızlı değer kaybını telefi edebilecek yeni alternatiflere; döviz, altın, arsa ve kripto varlıklara yöneliyorlar.
-Kayıt dışı ekonominin ve faturasız işlemlerin hacmi artıyor; düşük kupürlü nakit dolaşımı izlenemez hâle geliyor
-Yeni, yüksek kupürlü banknot veya madeni paralar tedavüle sürülmedikçe; günlük ödemelerin lojistik, taşıma zorluğu, dağıtım yükü ve operasyonel işlem maliyetleri katlanarak artıyor.
-Mevcut banknot ve madeni paraların üretim maliyetleri, temsil ettikleri nominal değerleri aşarak (negatif senyoraj), para basımını ekonomik açıdan sürdürülemez hale getiriyor.
Ne Yapılmalı?
Özellikle Türk Lirasına yönelik saygı ve güvenin tekrar inşa edilmesi ve para sisteminin istikrara kavuşabilmesi için;
-Şiddetle ihtiyaç duyulan 200 TL üzeri banknotlar; özellikle 500 TL, 1000 TL, belki 2.000 TL’lik banknotlar bir an önce basılmalı,
-2 TL ve 5 TL’lik madeni paralar hızla tedavüle sokulmalı,
-TCMB ve Maliye Bakanlığı, bu adımların atılması gerektiğini, şeffaf bir iletişim stratejisiyle ve rasyonel bir şekilde halka anlatmalı,
-Enflasyonla gerçek ve sürdürülebilir mücadele için para arzı kontrol edilmeli, üretim teşvik edilmeli ve kamu harcama disiplini sağlanmalıdır.














