Yüksek dozda “cumhuriyet vurgusu” neyin işareti?
Türkiye cumhuriyetinin kuruluşunun 102’inci yılını kutladık.
İlk yıldönümünden bugüne kadar, her 29 Ekimde marşlar eşliğinde düzenlenen resmi törenlerde, cumhuriyetin bize kazandırdıkları, yüksek bir odaklanma ile ve alabildiğine vurgulu bir biçimde tekrar tekrar hatırlatılıyor.
İrad edilen heyecanlı nutuklardan hangi mesajları duyuyoruz: Cumhuriyetin yüksek faziletli ve benzersiz bir rejim olduğunu, insanları padişaha kul ve köle olmaktan kurtardığını, bizlere hayat hakkı bahşettiğini ve seçme-seçilme hakkı sağladığını; toplumu gerilikten, cehaletten ve bağnazlıktan kurtardığını, ülkemizi muasır medeniyetler seviyesine taşıdığını…
Ancak mükemmeliyet seviyesinde idealleştirilen cumhuriyetin, bir kavram ve yönetim biçimi olarak gerçekte neye tekabül ettiğini ve işlevlerinin ne olduğunu hiç düşünmüyoruz.
Verilen mesajlarda tartışmasız bir klişe olarak tekrarlanan geri toplum özelliklerinden kurtulmak ve sözü edilen hak ve kazanımları elde etmek için illa da cumhuriyetin var olması gerekmiyor. Bunlar, alternatifsiz biçimde cumhuriyetin varlık nedeninin gereği ve işlevlerinin doğrudan sonucu değil ki? Eğer böyle olsaydı tüm dünyaya cumhuriyet fikrini ve modelini ihraç ettikleri halde; yüzlerce yıllık monarşilerini korumaktan ve sürdürmekten vazgeçmeyen İngiltere, Belçika ve Hollanda gibi Batılı ülkelerin koyu bir cehalet, bağnazlık, sömürü ve azgelişmişlik altında kıvranıyor olmaları beklenirdi. Demek ki, özgür, kalkınmış ve müreffeh bir toplum olmak için mutlaka cumhuriyetle yönetilmek gerekmiyor. Bu ülkeler cumhuriyetle yönetilmemiş olmaktan hayıflanmak şöyle dursun; aksine yüzlerce yıllık tarihi sürekliliğin mirasını taşımaktan ve sahip oldukları devlet geleneği ile gerçek anlamda demokrasinin bir arada sentezlendiği özgürlükçü bir rejimde yaşamaktan gurur duyuyorlar.
Bu tespit ve değerlendirmeler, “cumhuriyetin; demokrasinin gelişmesine, temel işlevlerinin hayata geçirilmesine, dolayısıyla insanların tercih iradesine ve seçme özgürlüğüne en uygun rejim olduğu” gerçeğini göz ardı etmemizi gerektirmiyor. Ama burada düşülen esas yanlış, cumhuriyeti, toplumların refah ve mutluluğu için tartışmasız yegane yönetim biçimi ve demokrasi için vazgeçilmez bir şart olarak göstermek ve bu yolla fetişleştirmek. Bunu yaparken de bir rejimde esas gereklilik olan demokrasi, çoğulculuk ve özgürlüklerin korunması gibi vazgeçilmez unsurların gündem dışında bırakılmasına neden olmak.
Bu durumda “cumhuriyetin ne olduğu” sorusunu sormak ve cevabını içtenlikle vermek gerekiyor:
Cumhuriyet, basit tanımıyla “siyasi gücün, halkın seçtiği temsilciler eliyle kullanıldığı bir devlet yönetim şeklidir.” Ama bunun, mutlak olarak demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işlediği anlamına gelmediğini; adı cumhuriyet olan ve periyodik aralıklarla yapılan sözde seçimlerde halkın büyük çoğunluğunun oyuyla tekrar tekrar seçilen ve iktidarlarını onyıllarca sürdüren Ortadoğu diktatörlüklerinden anlıyoruz.
Demek ki cumhuriyet, ana esasları, sağladığı fırsatlar, demokratik yönetime elverişliliği ve halkın iradesini yansıtmadaki uygunluğu itibariyle pratik bir araçtır. Özde ideolojik bir içerik ve yüklem taşımayan, somut yapısı ve işleyiş düzeni olan teknik bir mekanizmadır.
Cumhuriyetin kendi başına ideolojik bir aygıt işlevini taşımaması ve bir yönetim biçiminden ibaret olması bağlamında bakıldığında; “cumhuriyet yönetimini benimsemeyi ve cumhuriyet taraftarı olmayı” ifade eden “cumhuriyetçilik” bir “ideoloji” olarak nitelendirilemez. Cumhuriyetle yönetilen bir rejimde, ülkenin demokratik siyasal yelpazesi içinde yer alan tüm siyasal partiler, sistemin vazgeçilmez unsurları olarak zaten “cumhuriyet taraftarı” olmak durumundadırlar. Dolayısıyla bu, “ideolojik bir blokta bulunuyor olmak” anlamına gelmez. Bu durumda, Türkiye dahil çağdaş cumhuriyet yönetimleri arasında yapılacak bir ayırımın temel belirleyici kriteri, yürürlükteki yönetim modellerine, ideolojik bir yapı ve belli bir ideolojik doktrinin taşıyıcısı olma işlevini yükleyip yüklemedikleridir.
Mevcut cumhuriyet yönetimlerini bu ayırıma tabi tutmadan önce, cumhuriyet bayramlarını nasıl kutladıklarına bakalım:
Bu, yüzyıllık kutlama formatımızın profilini ortaya koyabilmek, dünya gerçekleriyle ve yaygın standartlarla ne derece örtüştüğünü anlayabilmek açısından da önemlidir.
Demokratik nitelik yönünden aralarında ciddi farklar bulunmakla birlikte Türkiye, Mısır, İran ve Kuzey Kore gibi kategorik cumhuriyet yönetimlerinde; cumhuriyetin kuruluş yıldönümleri, coşkulu sloganlar ve marşlar eşliğinde, yüksek hamaset ve ideolojik vurgu taşıyan mesajlar ve program içerikleriyle kutlanır.
Bu ülkelerde cumhuriyetin ilanı yalnızca bir yönetim modelinin tercihinden ibaret değildir; sosyolojik ve siyasal gelişme süreçlerinde tarihsel bir kırılmayı ifade eden radikal dönüşüm ve devrimlerle bütünleşmiştir.
Dolayısıyla bu ülkelerde kutlamalar sadece cumhuriyetin ilanının yıl dönümü değildir. Aynı zamanda modern devletin kurucu ideolojisinin sürekli yeniden üretildiği bir ritüeldir. Bu yüzden “yüksek dozda” kutlama, politik bir tercih değil, rejim meşruiyetinin tazelenme mekanizmasıdır.
Cumhuriyeti mevcut kutlama biçimimiz ve törenlerde yoğun olarak kullandığımız ideolojik aidiyet pekiştirme amaçlı mesaj içerikleriyle, ne yazık ki ortak özellikler taşıdığımız bu ülkeler kategorisinde yer aldığımızı kabul ve itiraf etmek zorundayız.
Yıktıkları rejime topyekün karşıtlık üzerinden kurulduğu ve eski siyasal sistemi bütünüyle dönüştürme felsefesine dayandığı için; kuruluş yıl dönümleri varlık nedenlerinin hatırlatılması, halkın hafızasında ideolojik aidiyetin pekiştirilmesi, yurttaşlık kimliğinin onayı ve tescili için önemli bir fırsat zeminidir.
Bu noktada, “düşman işgalinden kurtuluş ve bağımsızlığın kazanılması” ile “tercih edilen siyasal rejimin kuruluşunun ilanı” arasında bir ayırım yapmak gerekir.
Halkın ulusal coşkusu, doğal olarak daha çok “ülkenin kurtuluşu ve bağımsızlığın kazanılmasıyla” ilişkilidir.
Rejimin kutlama yıl dönümleri ise, kurucu iradenin siyasal devamlılığı ve rejimin korunması endişesiyle ilişkilidir ve bu nedenle fazladan resmiyet ve ideolojik ağırlık taşır.
Her yıl yüksek dozda cumhuriyet kutlaması, halkın ideolojik aidiyetinin pekiştirilmesi ve heyecanının sürekli yüksek ve diri tutulması amacını taşır. Ama değişen şartlara rağmen sürekli verilen yüksek doz, rutinleşen kutlamaların; içi boş, şekilci ve yapmacık ritüellere dönüşmesi sonucunu doğurur.
Cumhuriyetle yönetilen Batılı demokratik ülkelerde ise, kutlama törenleri rejimin varlığını koruma ve sürdürme endişesine dayanmıyor. Dolayısıyla aidiyet üretme gereği duymuyor ve ideolojik mesaj verme amacı taşımıyor.
Bu nedenlerle bu ülkelerde kutlama törenleri; diğerlerinde devletin gücünü göstermeye yönelik katı kurallara bağlı resmi geçitlerden farklı olarak, daha serbest, sivil katılımlı ve şenlik havasında yapılır. Hatta çoğu ülkede okulların ve resmi dairelerin tatil edilmesine bile gerek duyulmaz.
Türkiye’de ve aynı guruptaki diğer ülkelerde kuruluşun üzerinden yüz yıl geçmiş olmasına rağmen, kutlama dozu ve rejim vurgusu yüksek tutuluyorsa; bu, devletin kendi meşruiyetini hâlâ yeniden üretme ihtiyacı hissetmesiyle bağlantılıdır
Peki bu doğru mudur?
Cumhuriyet kutlamalarımızın başlıca söylemlerini ve cumhuriyetimizin temel ilkelerini oluşturan “halkçılık,” “devrimcilik,” “modernleşmecilik” vb gibi ilkeler, cumhuriyet fikrinin özünde yer alan standart, evrensel, işlevsel ve apolitik ilkeler değildir. Cumhuriyete “ideolojik misyon yüklediğimiz,” bize özgü “ideolojik cumhuriyet” modelinin ilkeleridir. Rejimin cumhuriyet olması için, günümüzde hiç geçerliliği olmayan bu tür modernleşmeci, jakoben ve sosyal mühendislik hedefli bu ilkeleri taşımasına gerek yoktur.
Türkiye’nin kutlama törenlerinde yer vermesi gereken unsurlar, biçim yönünden yüz yıldır tekrar ettiğimiz aynı klişeler, ideoloji ve hamaset yüklü sloganlar ve yıkılma tehlikesine karşı rejimi koruma fobisini su yüzüne çıkaran kaygılar değil; cumhuriyetin özü olması gereken, demokratik niteliği kapsamında eksik bıraktığımız kazanımlar, ülkeyi geleceğe taşıyacak reform ya da sıçrama niteliğindeki değişim ve dönüşüm hamlelerinin vurgulandığı mesajlar olmalıdır.
Bizdeki işleviyle cumhuriyetçilik bir ideolojiye dönüştürülmüş olsa bile, “cumhuriyet kavramı ve müessesesi” bir “din” değildir. Bu dünyaya ait bir şey, pratik bir araçtır. Bu nedenle kutsanma derecesinde idealleştirilmesi ve ritüelleştirilmesi rasyonelliğini ve işlevselliğini ortadan kaldırır.
Özetle, cumhuriyet kutlamalarının, kuruluşunun ilk yıllarında tasarlanan yapısı ve biçimiyle, üzerinden 100 yıl geçtikten sonra içinde bulunduğumuz bilgi çağı toplumuna aynen taşınmasının işlevsel ve gerçekçi bir temeli yoktur.
