Elinde ‘şair’ lisansıyla gezen şairler
Bunca zulüm varken şairler neyin şiirini yazıyor diye düşündüğüm çoktur.
Ya da insan dediğimiz kıymet, her türlü insanilik yok edilirken.
Hakikat yok edilirken.
İçtenliğin bile sahtesi yapılabilirken.
Veya aç parantez, (yapay zekanın birkaç dakika içinde yazabileceği bir şiiri sen niye yazarsın?)
Hayır, öfkeli değilim şairlere.
Şiirle de dostum, şairlerle de.
Ama şairler bu soruları kendilerine sorsun isterim. Cevaplarını bana söylemelerine gerek yok, kendilerine söylesinler.
Şairlere yakışır istiğna.
Senden mi öğreneceğim kendime ne soracağımı?
Desinler.
Söyleyen şairse sesimi çıkarmam.
Fakat elinde ‘şair’ lisansıyla gezen sayısız şair var.
Kim veriyor ‘şair’ lisansını?
Bu sahtekarlık devrinde şair lisansının da sahtesi imal edilmiş midir?
Şüpheliyim.
Ucuz diye imal etmemiş olabilirler.
Hatta herkes kendi lisansını evinde, mahallesinde kendisi imal ediyor olabilir.
Bu faslı burada keselim.
Edebiyat Ortamı’na kaldığımız yerden devam edelim.
Ali Sali ve Mehmet Aycı’nın şiirleriyle başlıyor dergideki şiir faslı.
Mustafa Ruhi Şirin’in Mevlâna İdris Zengin için yazdığı ‘Biz Kimiz’de daha ziyade duruyorum.
“Islık çalabilirsiniz dilediğinizde/Ve Amerikasız bir dünya düşünmek serbesttir.”
“Çiçekçiden aldığı çiçeği/Çiçekçiye hediye eden” bir Mevlâna var Mustafa Ruhi Şirin’in şiirinde.
Doğrusunu isterseniz dergideki şiirlerin hepsini okudum. Hepsiyle az çok alışverişim oldu. Bazı mısraları sevdim, bazı mısralarla ünsiyet kuramadım. Bu şiirin eksikliğinden de kaynaklanmış olabilir, benim eksikliğimden de.
Yazının başında yansıtmaya çalıştığım hislerimden de…
***
Evliya diye nasıl birine diyoruz?
Tanımlarda “Allah dostu” tabiri geçiyor.
Algılar muhtelif. Sanki ‘evliya’ tabir ettiğimiz kimseler olağanüstü varlıklar. Allahu Teala ile hususi ilişkileri var.
Allah’tan talimat alabiliyorlar. Allah’a bir ricada bulunabiliyorlar. Allah ile içli dışlılar.
Tabii ki bütün kulların Allah ile hususi bir ilişkisi olabilir.
Bütün kullar Allah’a bir derdini, bir meramını söyleyebilir. Ama ‘evliya’ tabiriyle kastedilen bundan farklı. Bazı anlatılara göre alemin idaresine dahli olabilir ‘evliya’ tabir edilen zevatın.
Kastedilen o farklı şeyler mümkün müdür?
Bunu bilmiyorum. Pek ihtimal de vermiyorum.
Ama şunu biliyorum.
Yeryüzünde güzel insanlar var.
Allah’ın kullarına kötülük etmeyen.
Mahlukata iyi davranan.
Haksızlık etmeyen.
İkram eden. Ettiği ikramı insanların gözüne sokmayan, başına kakmayan.
İnsanlara herhangi bir şey, güç, kudret, velayet taslamayan.
İçinde fitne fesat, kalbinde maraz olmayan.
Allahu Teala onların bu hallerini beğenir zannediyorum.
Geçen şubat ayında büyük derviş Yunus’un “Bir garip öldü diyeler/Üç günden sonra duyalar/Soğuk su ile yuyalar” dediğine benzer bir şekilde Rahmet-i Rahman’a göçen Yusuf Özarslan böyle bir adamdı.
Halil İbrahim Sofuoğlu “Bab-ı Ali’nin Son Rindi Dükkançe-i Sahhaf’ın Muhabbet Kapısı”nda Yusuf Abi’yi yazmış. Güzel de yazmış.
Birkaç satır aktarayım.
“Bir öğleden sonra parkta (Gülhane Parkı) bir bankta otururken yanına genç bir ressam yaklaştı. Adı Leyla’ydı. Elinde eskiz defteri yüzünde bir arayış. “Yusuf Abi, İstanbul’u çiziyorum ama ruhunu yakalayamıyorum” dedi. Yusuf Abi Leyla’nın gözlerindeki tutkuyu okudu, sabırsızlığını sezdi ve “Leyla, Sultanahmet’e git, bir çocuğun gülüşünü, bir dervişin duasını, bir esnafın selamını çiz. Ruh detaylarda saklı” dedi Leyla dediğini yaptı; haftalar sonra Dükkançe-i Sahhaf’a bir tabloyla geldi. Tabloda Ayasofya’nın gölgesinde bir çocuk elinde Sevgili Peygamberimiz’in (“Sevgili Peygamberimiz” Yusuf Abi’nin çocuklar için yazdığı ve çocuklara vakfettiği bir çeşit siyer kitabı) bir kopyasıyla gülümsüyordu. Yusuf Abi yeleğinden bir kâğıt çıkardı, bir dize yazdı. “Gönül, sevginin fırçasıyla çizilir.”
İbrahim Sofuoğlu’nun bu güzel yazısı derginin ileriki sayfalarında tekrar basılmış. Bu son notu derginin tamamını okuduğumdan herkes emin olsun diye ilave ettim.
