Averaj takımı olma utancı
Önce hislerimi yazayım:
Milli Futbol takımını seyretmeye yüreğim yetmiyor. Hani, bakalım bu defa farklı olur mu umuduyla ekranın karşısına geçsem bile, ilk dakikada gol yendiğinde gerisine bakmak giran geliyor. İçim eziliyor, açık söyleyeyim.
Sonra bakıyorsunuz, 90 dakika boyunca peş peşe goller gelmiş, iki, üç, dört, beş, altı… Tam altı gol girmiş kalenize… Bir oyuncunuz kırmızı kart görmüş, oyundan atılmış. Hele şükür, uzatma dakikalarında bir gol atmışsınız. “Şeref golü” mü onun adı? Hangi şeref? 90 dakika seyretmeye dayanılır mı bu durumda?
Böyle takımlara futbol dilinde “Averaj takımı” denir. Yani, başa baş giden mücadelelerde, bir gol önde olmak avantaj haline gelmişse, takımlar averaj takımına attıkları gollerle kapatırlar hesaplarını. Böyle görünmek onur verici bir şey mi?
Ben diyorum ki, bu işin de eğitimle ilgisi var. Beden eğitimi, ahlak eğitimi, kafa eğitimi…
Hani “20 yılda eğitimde başarılı olamadık” diye bir itiraf var ya, onun bir parçası da spor ile, futbol ile ilgili.
Diyorum ki, 20 yılda bir futbol takımı çıkarmaya yoğunlaşsaydınız hiç olmazsa. Sporda yıldızlar yetiştirmeye odaklaşsaydınız.
Çünkü bu alan, ülkeler için dünya kamuoyunda itibar sağlayan bir alan. Olimpiyatlarda bayrağını göndere çektirmek istiyor her ülke, aldığı madalya sayısı ile övünüyor. Bizim insanlarımız da ekrana kilitleniyor, başarı beklenen karşılaşmalarda. Hani bir “Türk rüzgarı estirmek” istemez miydiniz? “Yumuşak güç” ise alın size yumuşak güç.
Kimi zaman Senegal’in, ne bileyim, Avrupa takımlarında oynayan Müslüman bir futbolcunun başarısı mutlu ediyor insanlarımızı. Türkiye’nin başarıları da kültürel yakınlık hisseden başka dünyalarda sevinçle karşılanıyor, bunu biliyoruz. Derinden akan bir aidiyet duygusu etkiliyor insanları.
Eğitimde dünya çapında yıldız simalar yetiştirebilseydik. Her alanda. Bir zamanlar bilim olimpiyatlarına gider ve madalya alıp dönerdi çocuklarımız. Nereye gitti onlar?
Sporda yıldız isimlerimiz olsaydı.
Takım oyunlarında şampiyonluklara imza atabilseydik.
“Büyük ülke” imajına soyunmanın bu alanları da var.
Hollanda’nın nüfusu İstanbul kadar var, yok. 17.2 milyon. Sırrı ne dünya kupalarında final oynamasının?
Avrupa takımlarında yıldızlaşan futbolcularımız var. Onların oralarda nasıl yıldızlaştıklarını incelebilirdik hiç olmazsa… Orada yıldızlaşıp, bizim takımlarımıza ya da milli takımımıza geldiklerinde neden performans gösteremediklerini anlamaya çalışsak, bir sonuca varırdık.
Afrika ülkelerinden atlet ithal ettik, milli forma giydirdik.
Afrika’nın mahrumiyetleri içinde bir sporcunun nasıl yıldızlaştığını incelesek, bir çare üretirdik.
Bulgaristan’dan güreşçi, halterci ithal ettik, orada zor şartlar içinde onların nasıl yıldızlaştığını incelesek bir spor disiplini bulurduk.
Hatırlıyorum, çocukken tozlu sokaklarda, içine kıl doldurulmuş kayış topla, altı kamyon lastiğinden yapılmış ham deriden yemeni ile top oynardık, bizde futbola ilgi oralarda başlıyor ama, sonra profesyonel futbola evrildiğinde hezimetler yaşanıyor.
Sporun felsefesini, psikolojisini, sosyolojisini, fiziğini, kimyasını çözebilseydik uzun uzun yıllar içinde.
Gençliğinde futbol oynayan bir Cumhurbaşkanı yönetiyor uzun zamandır ülkeyi. Galibiyetlerde heyecan da duyuyor. Siyaseten halkın ilgisini çok önemsediği de bilinir. Spor başarılarının siyasete etki ettiğini de biliyor olması lazım.
Sonra?
Neden böylesine perişanlık?
Bu işler, böyle 20 yılın arkasından ağlanacak işler değil ne yazık ki. Maratondaki mesafeden bahsedip duruyorum. Mesafeyi kapatmak öylesine zor ki. Bir insan inşasından söz ediyorum. Sahaya sürdüğünüz insanın iş ahlakından, iç disiplininden bahsediyorum. Mühendisin kişilik disiplininden, siyasetçinin topluma karşı sorumluluk duyusundan söz ediyorum.
Oyundan atılan futbolcu “çok çok üzgün olduğunu” söylemiş. Onu testiyi kırmadan uyaracak bir Nasreddin Hocamız olsaydı keşke. Siyasetçiyi de 20 yıl sonra “eğitimi başaramadık” demeden önce uyaracak… Bazı şeyler ba’de harab-i Basra olmadan önce düzeltilmeli.
BİR GARİP ÖLMÜŞ DİYELER: Yusuf Ziya Özkan vefat etti. İçli, duygulu sesinden tanırsınız onu. Dini metinlerde muhtevayı yaşayarak sunan insandı. Rol değildi yaptığı, bizatihi ruh haliydi. Sağlık sorunları ile uğraştığı en zor zamanlarında dahi İslami bir metni seslendirmekten geri durmadı. Yüreğinin güzelliğine şahidim. Buna şahit olacak milyonlar vardır ayrıca. Allah’ın rahmeti onunla olsun. Mekanı cennet olsun.