Biji ise biji, serok ise serok…
Şimdi benim kuracağım cümle, “zaten onları destekliyorsunuz” diye peşin ve haksız bir hükümle karşılanacak ama, Gelecek Partisi’nin önüne gelen pası Bahçeli’nin koruduğu kaleye karşı gole dönüştürmesini kim yadırgayabilir? Bu gol atılmasaydı çok acayip bir siyasi ıskalama olmaz mıydı?
“Biji Serok Erdoğan – Yaşa başkan Erdoğan” sloganlarının Ak Parti’nin düzenlediği bir programda ortalığı çınlatmasını kastediyorum.
-Başbakanlığı döneminde Diyarbakır meydanlarında “Serok Ahmet” diye slogan atılmasını Davutoğlu’nun günah hanesine yazıp, kürsülerden ver yansın eden MHP liderinin, “Biji Serok Erdoğan” sloganları karşısında suskun kalması siyaseten gollük bir pozisyon değil mi?
Biji ise, biji, serok ise serok serok, Diyarbakır ise Diyarbakır, Kürtler ise Kürtler, nesi farklı Davutoğlu için söylenmesi ile Erdoğan için söylenmesinin?
Ama bizde Kürtler’le ilişkili siyaset böyle şekilleniyor.
Öcalan kimi zaman terörist başı oluyor, siyaseten işe yarar görüldüğünde ise, bir akademisyen gönderip, ondan mektup alarak sıcak siyaset meydanına taşımak çok normal hale geliyor.
Bunların tamamı da Kürtler’in gözü önünde gerçekleşiyor.
-Ne düşünür Kürtler, meselenin böyle siyasi manevralara malzeme olması karşısında?
“Kürtler” diyorsam, kabul edilsin edilmesin, siyasi bilinci keskinleşmiş bir topluluktan söz ediyorum.
Bu tarz -duruma göre öyle - böyle- siyasetleri onlardaki siyasi bilinci çok daha keskin hale getiriyor, herkes bundan emin olsun.
Vaktiyle, çözüm süreci falan gündemde iken, ısrarla, “insanların insan olmaktan gelen hakları pazarlık konusu yapılmamalı, üstelik silahlı bir örgütün silahı bırakmasının uzantısı haline getirilmemeli, böyle bir tutum, örgüte, Kürtler nezdinde hakları alan güç niteliği kazandırır” diye yazdım. “Uyardım” ifadesini “çok bir şey yaptım” iddiası anlaşılır diye bilerek kullanmadım. Meseleye makul bakan herkes için bu tür pazarlık, silahlı örgütün işine yarayacak bir muameleydi.
Bugün, bakıyorsunuz, Davutoğlu, bölgede muhafazakar Kürtler’in ilgi alanı oluyor, yeni bir Diyarbakır seferi başlatalım, noktasına geliyorsunuz, bu arada “Serok Ahmet”i de”Serok Erdoğan”a çevirme hamlesi -uyanıklığı mı demeliydim- yapıyorsunuz.
Dedim ya, Kürtler, siyasi bilinci en gelişmiş vatandaşlarımızdır. Niye öyle? Çünkü gözaltındasınız, çünkü devlet oralarda olan biten her şeyi pür dikkat takip ediyor, çünkü bir yandan silahlı örgütün baskıları diğer yandan devlet tarafından mimlenmek ayakta kalabilmek için formüller üretmeyi kaçınılmaz kılıyor, dikenli alanda ya da mayın tarlasında yürüyorsunuz, dikkatli, tedbirli, müteyakkız olursunuz.
“Kürt seçmenin stratejik oy kullanması” konusu var ya, işte o da, bu mayınlı ortamdan çıkabilme hünerinin bir uzantısı oluyor. Diyor ki:
-Belli hassasiyetlere sahip çıkarak yüzde on civarında bir oyu hareketlendirebiliyorsam, ülkede benim adımla bağlantılı her türlü siyasi yürüyüş gözaltında ise, Devlet adına bana yönelik her türlü tasarrufu meşrulaştırıcı hamleler yapılıyorsa, şu anda “oy kullanma hakkıma” en azından oy kullanma anında müdahale edilmiyorsa, orada bir ara olduğu gibi “açık oy gizli tasnif” garabetlerine başvurulmuyorsa, “gizli oy kullanabilme” gibi bir anayasal hakka sahipsem, bunu kendi geleceğim için kullanmalıyım.
Böyle bir bakışın her cümlesi için dışardan bir şeyler söylenebilir, Devlet Bahçeli bunları alıp en tumturaklı cümlelerle veryansın edebilir, ama Bahçeli’nin o sözleri bile, bu siyasetin malzemesi haline dönüşür. “İşte, derler, bu söylem devlet çizgisi haline geldiği için stratejik davranmalıyız.”
Bir ara AK Parti, ülke insanlarının “aidiyet bilinci”ini inşa etmek, yaralanmış olanlar varsa tamir etmek, devlet - toplum ilişkilerini sağlıklı hale getirmek gibi bir gündeme sahipti. Kürt - Alevi açılımları, dindarlara yönelik baskı politikalarının tasfiyesi gibi projeler bunun içindi.
Gelinen noktaya bakın, neyi konuşuyoruz “insanların bir şekilde yurt dışına kapak atma arayışında olduğunu” değil mi? Nasıl oldu bu iş?
Memleketin sahibi gibi hareket eden birileri en yukarılardan konuşuyor, kimin hayat hakkı var, kimin yok, onlar belirliyor, kendisini dışlanmış hissedenler de arayışa geçiyorlar.
Sonra bakıyorsunuz bu gidiş gidiş değil, yeniden Diyarbakır yollarına düşüyorsunuz, yeniden gençliği hatırlıyorsunuz, yeniden….
Ama bakmışsınız, -eski zamanlar- bir ruh iklimi demek aynı zamanda, o iklimden uzaklaşılmış. Yanınızda yörenizde, “dışlayıcı” sesler çoğalmış. “Ya onlar da giderse” kaygıları alttan alta zorluyor.
Benim gördüğüm “Kürtler” konusunda kafalar hala netleşmiş değil. Herkesin faydalanacağı temel haklar konusunda da netleşmiş değiliz. Yargı konusunda da kafalar net değil. İktidar gücünün nasıl hukukla sınırlı kullanılabileceği konusunda da netleşmiş değiliz. Belki de soru şudur: Yola çıktığımız kadar samimi miyiz?