Öncü 7’ler
8 ciltlik bir kitabın ismi bu. Din Öğretimi Genel Müdürlüğü tarafından hazırlatılmış, yayınlanmış. Müellifi Prof. Dr. Mustafa Öcal. Prof. Öcal Türkiye’de “din eğitimi” konusunu en geniş biçimde araştıran bir ilim adamımız.
Kitabın kapağında “İlk 7 İmam Hatip okulunun 70 yıllık serüveni” ifadesi bulunuyor. İlk cilt “Mukaddime” olarak hazırlanmış. Burada Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren yaşanan bütün “İmam Hatip macerası” anlatılmış. Kaynak niteliğinde çok önemli bilgiler var. Şöyle bir baktığımda pek çok yeni şey öğrendiğimi söyleyebilirim. Mesela, ilk açılan imam hatiplerde iki türlü Kur’an dersi olduğunu, öğrencilere asli harfleri dışında “Türkçe Kur’an” diye bir ders verildiğini buradan öğrendim.
Diğer 7 cildin her biri ise ilk açılan 7 şehirdeki İmam Hatip’e ayrılmış. Bunlar arasında benim şehrim “Maraş”ınki de var. Diğerleri şöyle. İstanbul, Ankara, Adana, Konya, Isparta, Kayseri.
Mustafa Öcal Bey, her ili hazırlarken çok geniş bir çalışma yaptı, buna şahidim. O okullarda o dönemler okuyan insanlara ulaştı, hatıralar topladı, fotoğraflar edindi, mülakatlar yaptı.
Ben biraz Mukaddime’ye biraz da Maraş cildine göz gezdirebildim. O dönem mezunlarından Mehmet Güneş Bey’in bir hatırasını ilk İmam Hatiplerin eğitim kadrosunun fedakarlık boyutunu göstermesi açısından paylaşmak isterim:
“Ben okulda yatılı olarak okuyordum ve okulun genel başkanıydım. Arkadaşlarımı namaza kaldırır, mutfağı denetler, çevreyi kontrol ederdim. Bir kış günü, kar diz boyu, hava çok rüzgârlıydı. Meşhur Maraş poyrazı ortalığı altüst ediyor, çatıları bacaları yere eğdiriyordu. Sabah vakti dışarı çıkmıştım. Uzaktan bir silüet; kâh düşüyor yerlere kapanıyor, kâh kalkıyor inleyerek yürüyordu. Önce ‘Herhâlde bu bir sarhoş’ diye düşündüm. Bana iyice yaklaştığında bir de ne göreyim: Sandal Hoca. Elinde kitabı, sırılsıklam olmuş elbisesi ile düşe kalka okula doğru geliyor. Hemen önüne eğildim:
‘Hocam bu ne hâl? Sabahın köründe niye geliyorsunuz okula?’ dedim.O bana doğruldu ve yüzüme bakarak:
‘Oğlum Mehmet Efendi, siz daha önce Kur’an okumuşsunuz fakat bu okulda mübtediler, daha okumaya yeni başlayanlar var. Erken geliyorum ki onlara ders vereyim, onları yetiştireyim.’ dedi.
Ben o zaman hizmetin, azmin, gayretin ne demek olduğunu Sandal Hoca’mın tavrından ve bakışlarından öğrendim. Adeta onun hizmet aşkına hayran olarak o günden bugüne kadar öğrenciye hizmet etmenin bir ibadet olduğunu anladım.” (s. 46)
Ben de Kur’an’ı böyle sabah vakitleri erkenden okula gelen Sandal Hoca’dan öğrendim. Rahmet diliyorum.
Mustafa Öcal Bey, hazırlık safhasında o dönem İmam Hatiplerden mezun olan kişilerle mülakatlar da yaptı. Bendenize de ulaştı, sorular sordu. Mesela “Size göre İmam Hatip Okulu / Lisesi ne ifade ediyor?” gibi bir soru. Şunları yazdım cevaben:
“-Ben, İmam Hatip’lerdeki eğitimin dini boyutunun aslında Müslüman bir ülkede tüm öğrencilerin alması gereken dini eğitim olduğunu düşünürüm. Bu, kişilik değerleri itibariyle “İyi insan”ı ifade eder. Aslında insanına karşı sorumluluk hisseden laik bir devlet de nihai planda “iyi insan” diye bir kaliteyi arar. Çocuklarınıza “seküler” bir eğitim veriyor olsanız da, ahlak planında dinin öğrettiklerinden başka bir şey vermezsiniz. Ama bizde temelde “din”e mesafe konduğu için, din kaynaklı ahlaki değerlerden kaçınmak gibi bir problem oluşmuştur. Onun için de din kaynaklı ahlaki değerler sanki sadece İmam Hatip’lere has gibi görülmüştür. Tevhid-i tedrisat dini değerleri de ihtiva eden bir model olsaydı, belki pek çok sancı olmazdı. O zaman İmam Hatipler din alimi yetiştirmenin basamağı haline gelirdi. Bugün ise çocuğunu İmam Hatip’e veren insanlar, bu okulu fiilen “genel eğitim alanı” olarak mütalaa ediyor ve çocuğu oradan geçtikten sonra ilahiyat dışındaki alanlara yönelmesini arzu ediyor. Bugün bile devlet planında konu çözülmüş değildir. Şu anki statü, bu dönemin mümkün kıldığı bir durumdur. Dilerim sistem daha sağlıklı hale gelir ve millet nezdinde olanı devlet nezdinde de içselleştirir.“
Bir soruya cevabım da şöyle oldu:
“Çağı görmek” diye bir sorun herkesin önünde var. Devletlerin de var, dinin de var. “Dini hayatın merkezinde gören insanlar” da çağı görmek zorundalar. Bu, bir meydan okumayı cevaplandırmak anlamına geliyor. Kendimizi bundan soyutlamamız mümkün değil. İmam Hatiplere bakarken, bu meydan okumaya ne ölçüde cevap verip veremediklerini, veremeyeceklerini dikkate alarak bakmamız lazım. Bu alanda sorunlar olduğu görülüyor. O “Deizm” vs tartışmaları bu sancının işaretleri. Bu soruna sağlıklı yaklaşamazsak, İHL olayında hem din ile temas etmiş hem de sıkıntı yaşamış nesiller ortaya çıkabilir.”
Burada kitabın hazırlanmasına karar veren, yönlendiren ve son dönemde İmam Hatiplere büyük emeği geçen Din Öğretimi Genel Müdürü Nazif Yılmaz Bey’i de tebrik ediyorum.