Asker ve siyaset: Son durum
Darbe girişiminden 6 ay kadar sonra, 10 Ocak 2017’de yayımlanan bir kararname Genelkurmay Başkanı’nın kimi yetkilerini Milli Savunma Bakanı’na devrediyordu.
Bundan böyle kuvvet komutanlarını belirleme, subay sınıflarını tanımlama, general-amiral kadrolarının miktarına karar verme, Yüksek Askerî Şûra’nın yeri, zamanı ve gündemini önerme, rütbe terfilerine onay verme konularında karar merci, Milli Savunma Bakanı olacaktı.
Darbe girişimini takip eden günlerde de benzer adımlar atılmıştı. Jandarma kuvvetleri ordu bünyesinden çıkarılmış, kuvvet komutanlıkları Genelkurmay Başkanlığı’ndan alınarak Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmış ve siyasi iktidarın genelkurmay başkanı seçimindeki tercihlerini sınırlayan kurallar kaldırılmıştı. Kurmay subay yetiştiren harp akademileri ve askeri liseler kapatılmış, Harp okulları sivil bir üniversite bünyesinde toplanmıştı.
Yerleşik ordu yapılanması ve ideolojisinin kurucu ögelerini bir anda darmadağın eden bu hamleler, 15 Temmuz askeri darbe girişimine verilen siyasi tepkiyi ifade ettikleri kadar, muhtemel yeni darbelere yönelik önlem arayışı olarak da tanımlandılar. Doğal olarak, ordunun sivil dünyaya kapalı kapılarını açtıkları varsayılıyordu.
Bunlara darbeci tasfiyesi de eklendi. Haziran başında Milli Savunma Bakanı Akar tasfiye rakamını yaklaşık 20.000 olarak veriyor, Erdoğan ise bir süre önce, “tasfiyelerle odu kendisine geldi” diyordu.
Peki, tüm bu gelişmeleri, tamamına ermiş bir sivilleşme süreci, silahlı kuvvetlerin siyasi işlevinin sonu olarak görebilir miyiz?
Unutmamak gerekir ki, siyasi işlev sadece askeri müdahaleyi ifade etmez. Silah ve siyaset arasındaki etkin ilişkilere, bunun sistem üzerinde çeşitli yollar ve biçimlerle gerçekleşen fiili ya da potansiyel yönlendirici gücüne işaret eder.
Bu tanım çerçevesinde yukarıdaki soru tartışmaya açıktır.
Her şeyden önce şu veri ortada duruyor: Başarısız olmakla birlikte TSK içinde bir grup) (tasfiye edilen rakama bakılınca dörtte birlik alanı kaplayan büyük bir grup), 21. Yüzyıl’ın ilk çeyreğinde, AB’yle üyelik görüşmelerini yürüten bir ülkede darbe girişiminde bulundu Kaldı ki, bu grubun üyelerine sadece FETÖ mensupları olarak bakmak yetmez, ideolojik, örgüt aidiyetleri ne olursa olsun, bu kişiler aynı zaman ordu içinde silah-siyaset ilişkisinin temsil general ve subaylardı. Kaldı ki, silah-siyaset ilişkisini temsil edenler onlardan ibret değildi. Emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ darbe girişiminin hemen sonrasındaki şu değerlendirmesi bu bakımdan dikkat çekicidir: “15 Temmuz kalkışmasının arkasında planlayan, yöneten, kurgulayan ana isim Cemaat’tir. İkinci grup büyük bir ihtimalle anında yapması gereken hareketi yapmayanlar, tereddüde düşenlerdir. Üçüncü grup ise cemaatçi olmamasına rağmen buradan istifade etmek isteyen bazı insanlardır.” Başbuğ’un verdiği, Siyasete açık ve yatkın, işlevinin bir ucunu silah-siyaset ilişkisinde görmeye devam eden, hafife alınmaması gereken bir bünye tanımıydı.
Bu verilerin ışığında ordu siyaset ilişkilerinin potansiyeli bakımından Türkiye’nin önünde iki bulanık alan bulunuyor.
İlk alan şu soruya tekabül ediyor: Ordunun siyasi eğilimler açısından bugünkü durumu nedir? Bu konuda çeşitli iddialar ve spekülasyonlar var, ancak yanıtı net olarak bilmiyoruz. Ancak Akar çizgisini benimseyen ve eleştirenler arasındaki hat bile kendi başına anlam taşıyor.
İkinci bulanık alan, yetki ve denetim konusuyla ilgili. Sivil düzen ve hakimiyetin esasını, silahlı gücün demokratik denetimi ve bu güce ilişkin yetki dağıtımı oluşturur. Askeri yetki ve gücün tek elde toplanmaması, etkin hukuki-mali denetim yanında, içeriden yapılacak idari denetimin özerk kurumsal niteliği bu esasın temel kriterlerdir.
Gücün rütbeli kişilerden sivil kişilere aktarılması sivilleşme bakımından tek başına bir anlam ifade etmez.
Bugün Türkiye’deki durum budur. Yetkilerin dağıtımına , içerinden denetime kapılar yine tümüyle kapalıdır. Yeni anayasal-siyasal düzen, sivilleşmeyi basit bir yetki devrine indirgemiştir. Tüm yetkiler bu kez Milli Savunma Bakanı’nın elindedir. Kaldı ki, bakan mesleki kökeni itibariyle bakanın sivil otorite kadar, belki ondan daha çok askeri otoriteyi temsil etmektedir. Diğer taraftan başkana bağlı bakan, bakan bağlı ordu, sivil ve hukuki denetim mekanizmalarının sıfırlanması, bu çerçeve bir “sivil görünüm”, sorunu özellikle ileriye yönelik olarak hiç bir şekilde çözmemiştir. Askerin sistem içindeki özgüllüğü ve özerkliğine işaret eden, “ordu-MHP-AK Parti” iktidar bloğu görüntüsü, bu çerçevede değerlendirildiğinde, durum daha ilginç bir görünüm kazanmaktadır.
Bu tablo da, 15 Temmuz analizleri içinde kendisine yer bulmalıdır.