Çarpık denklemler
Pandemi hem bir gerek hem bir vesile oldu. İnfaz yasasında yapılacak düzeltmelerle sınırlı bir af ya da ceza yeri değişiklikleri gündeme geldi.
Mecliste bu görüşülüyor.
Cumhur ittifakının taslağında cinsel suçlar, uyuşturucu madde suçları, kasten adam öldürme suçu, kadına karşı suçlar, devletle karşı işlenen suçlar ve terör suçları bu kapsamın dışına tutulmuş durumda.
Türkiye bir hukuk devleti olsaydı, bu mantık, hiç şüphe yok, kağıt üzerinde ikna edici olurdu.
Ama hukuki ve siyasi ahvalimizi dikkate alınca, ülkeyi saran keyfi yorum ve uygulamalar hükümranlığa bakınca durum hiç böyle değil.
Düşünceyi ifade etmenin, cesur bir muhalif olmanın, hatta sadece muhalif bilinmenin veya Demirtaş gibi Kürt sorununa dair siyaset yapanların, terör suçu kategorisine rahatlıkla ve sık sık sokulduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Bunlara, Ahmet Altan ve Osman Kavala gibi, siyasi iktidarın siyasi ve ideolojik suç ve suçlu ihtiyacından türetilmiş isimlere takdir ettiği “kürek cezasını”, ülke adına, utanarak ekleyelim.
Hiçbiri infaz yasası kapsamına girmiyor.
Mevcut infaz yasasının, temel ilkeleri tanımlayan ikinci maddesi şöyle diyor:
“Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır.”
Ne çare!
Kürt siyasetçiler, bu meseleyle ilgili şiddete ve teröre karışmamış kimseler, içeride kalma ayrıcalığından istifade edecekler!
Eleştiri ve siyaset ile hareket ve kalkışmayı ayırmayı bilmeyen, aslında ayırmak istemeyen, uzlaşma ve siyaset ilişkisinden korkan, siyasi suç ve suçlu üreterek ideolojik dayanak yaratan iktidarların ülkesinde yaşıyoruz, çünkü.
Türkiye’nin hapishanelerinde “siyasi lideri”, izlediği siyaseti eleştirdiği için, devletin Libya ve Suriye’deki gizli işlerine işaret ettiği için yatan gazeteciler, var. Hoşa gitmeyen tweetler attığı için tutuklanan, soruşturulan vatandaşlar var.
21. yüzyılın ilk 20 yılı böyle geride kalıyor.
Bu ortamı üretin güç, güçler, kişiler en azından, varoluşsal bir insanlık meselesinin yaşandığı bu günlerde, bir kez vicdani olarak bu tabloyu sorgulayamazlar mı?
“Ben ‘eşittir’ devlet”, “benim duygum, korkum, fikrim ‘eşittir’ toplumun ruh hali, endişesi ve fikri” gibi denklemler, “ben”le başlayıp toplum ve devletle biten formüller bir kez olsun ters yüz edilemez mi?
Denklem “ben”le başlamak yerine bir kez olsun, “ben”le bitemez mi?