Çıkış yolu…
Bir süre önce şunları söylemiştim:
Bugün gelinen noktada “dünya ne Türkiye’den değişim bekliyor, ne de entegre olunacak, değişim baskısı üretecek bir model sunuyor. Tersine, Türkiye’den, istisnalar dışında, güvenlik tamponu görevi talep ediliyor, mevcut rejimle uzlaşılıyor. Türkiye değişmek istiyorsa, sadece kendi iç dinamiklerinin estireceği rüzgâra güvenmek zorunda. Aksi halde, keyfi ve otoriter siyaset hattı, geri dönüş ihtimalini iyice zayıflatan bir derinleşme yaşayacaktır.”
Düzenin bir yüzü zaten ortada. Bir süredir yaşanan yeni derin devlet tartışmaları Cumhur İttifakı’nın şiddet diliyle ve şiddet gruplarıyla türlü düzeylerdeki iş birliği ortaya koyarak, öteki yüzü de gösterdi.
Geri dönüş nasıl olacak?
Siyasi iktidar kendisini baskı altında, hatta krizde hissetmiyor. Devlet kurumlarının işleyiş düzenini bozarak, sürekliliği, deneyimden gelen aklı ve karar mekanizması dengelerini rafa kaldırmış bulunuyor. Kendi içinde de ortak akıldan azade. Sokak şiddeti, mafya gruplarının tehditleri bile millet tepkisi olarak tanımlanıyor. Tek söz, tek bakış, tek isim ve talimatlarının hükümranlığı sürüyor. Onun da dikkate aldığı tek kişi, şimdilik kaydıyla ve siyasi ihtiyaç nedeniyle Bahçeli.
Bu durumda dönüş kendiliğinden olacak gibi görünebilir.
Ancak iş, pek öyle değil. Tüm olup bitene rağmen, kamuoyu araştırmalarında Cumhur ve Millet İttifakları arasında denge bıçak sırtı. Partiler düzeyinde AK Parti yüzde 35 civarında bir oy ile hala açık ara önde. Kaldı ki, iktidar cephesi tek blok halinde ve tek adaya sahip. Muhalefet 5 parçalı, çok adaylı. Bu hal öyle devam ederse, Erdoğan’ın 2028’e kadar Türkiye’yi yönetmesi kuvvetli bir ihtimal haline gelecek.
O zaman karşımızdaki soru, iç siyasi dinamiklerin seferberliği, siyasi anlamda muhalefet meselesidir…
Çıkış, tek gündemli, tek adaylı birleşik bir muhalefet oluşumudur.
Bunun önünde üç temel engel var.
Birincisi şu: Her muhalif siyasi parti kendi hedeflerini öne alıyor. Yeni kurulan siyasi partiler, GP ve DEVA, güçlenip siyasi yelpazeye tam yerleşmeden, bir ittifakla anılmaktan çekiniyorlar. CHP, Millet İttifakının mevcut durumundan memnun, diğer partilere doğru bir hamle yapmaktan çok, onların kendisine yaklaşması gerektiğini, ana adresin CHP olduğunu düşünüyor.
İkinci engel muhalefetin Erdoğan’ın karşısına dikilecek doğal bir lideri, adayı yok. Kılıçdaroğlu, İmamoğlu, Akşener adaylık için adı geçen ve buna hevesli isimler.
Sonuncu engel ise, HDP’yle ilgili. Araştırmalara göre, 55 civarındaki mevcut muhalif seçmenin yüzde 11-12”si HDP’nin. Ne var ki, muhalefetin diğer dört atlısı ise HDP’yle bir seçim ittifakına farklı doz ve nedenlerle mesafeliler.
Bu sorunlar nasıl aşılacak?
Bu konuda ilk hamleyi, aslında Akşener yaptı. Karar Tv’ye verdiği söyleşide, şunları ima ediyordu: “HDP dışındaki tüm muhalif partiler bir araya gelsinler, Kürt seçmeninin bizi sandık başında desteklemesini sağlayalım. Ben adaylık konusunda ısrar ederek sorun yaratmam.” HDP’yi dışlayan, buna karşılık Kürt seçmeni “okşayan” ve davet eden bu yol, CHP’ye uygun görünüyor.
Ama bu strateji sonuç verir mi?
Tartışmalıdır. HDP seçmeninin partisinin dışlanacağı muhalefet bloğu adayına, oy vermeme ihtimali veya Erdoğan’ın yolunu açacak bir fire ihtimali hafife alınamaz. Birinci turu atlamak, ikinci turda işi seçmene bırakmak da bugün itibariyle bir yol gibi görünmüyor.
Birleşik muhalif cephe için ikinci hamleyi partisi adına HDP Eş Başkanı Mithat Sancar yaptı. Mealen “parlamento seçimi için kimseye ihtiyacımız yok, Millet İttifakına girme talebimiz bulunmuyor. Buna karşılık cumhurbaşkanlığı seçimleri, demokrasi için için bir araya gelmek zorundayız. Seçim sonrası restorasyon düzeninin nasıl ve hangi çerçevede, kimlerle yapılacağını belirlemek durumdayız…” diyordu.
Bu strateji kabul edilirse, ciddi sonuç verir. İktidar sandıkta yenilebilir. HDP sistemin parçası haline gelelebilir ve siyaseti ihya ederek, beklenen PKK’yla arasına mesafeyi bu yolla koyar. Sistemin restorasyonu farklılıkların bir araya getirdiği çoğunluklu nitelik taşıyan bir çoğunlukla olur.
Hangisi galebe çalacaktır, göreceğiz.