Hâlâ demokrasiyi arıyoruz

Bugün 23 Nisan 2020. TBMM’nin açılmasının 100. Yılı. İlk meclisin siyasi hayata egemen olduğu, Kurtuluş Savaşını yönettiği, en çoğulcu dönemini yaşadığı o günden, işlevsiz bir hale indirgediği bugüne tam 100 yıl geçti.

Yüz yılın özeti basit aslında: Türkiye Cumhuriyeti hala demokrasiyi arıyor.

100. Yıl’ın bu arayışın en düşük seviyede seyrettiği, umutsuzluğun tavan yaptığı bir döneme denk gelmesi, ayrı hazin bir durum.

Cumhuriyet milli iradeyi tarif ediyorsa, siyasi yönetimin yegane meşru birimi ve kaynağının millet olduğuna işaret ediyorsa, bugün ulaştığımız noktada, mevcut başkanlık düzeniyle, bir tür sultanlık kurumlaşmasıyla, bu bile şüpheli.

İttihat Terakki’nin Cumhuriyet’e miras kalan iki “temel proje”si olmuştu.

Biri, farklı etnik kökenlerden gelen, göç yoluyla Anadolu’’ya akan “Müslümanları Türkleştirme projesi”ydi.

İkincisi Müslümanlardan bir ulus yaratırken “İslam’ı ve Müslümanı projesi”ydi...

Ya da “radikal sekülerleşme” ve “etnik-dinsel standartlaşma” projeleri…

Türkiye’de Cumhuriyet’in öyküsü “bir açıdan”, günahıyla sevabıyla, başarısıyla başarısızlığıyla, ortaya çıkan zihniyet takıntıları ve bozukluklarıyla bu iki projenin öyküsüdür…

Resmin bütününü anlatan bir üçüncü unsur daha vardır.

19. yüzyılı 20. yüzyıla, İttihat Terraki’’yi Cumhuriyet’’e bağlayan bu unsur diğer iki projenin taşıyıcısı olmuştur ve temel olarak “otoriter merkeziyetçilik”ten ibarettir.

Türkiye’deki Cumhuriyet’in öyküsü “diğer açıdan” bu merkeziyetçiliğin, devletin topluma ve kişilere süratli, dayatmacı nüfuzunun öyküsüdür…

Gerek Türkleştirme politikaları açısından, gerekse Müslümanı ehlileştirme politikaları açısından Türkiye’de “temel dönüştürücü fonksiyon”un Silahlı Kuvvetler kontrolünde bir devlet tarafından yapıldığı bilinir…

Bu yüzdendir ki, nasıl bir dönem Sovyetler’e Sosyalist Cumhuriyet denmişse, İran’’a İslami Cumhuriyet deniyorsa, bugün bizim cumhuriyetimizi de uzun süre askeri cumhuriyet olarak adlandırmak Hiç de yanlış değildi.

“Askeri” düzen bizde hem devletin hem toplum düzenidir, çünkü.

BU düzeni kontrol eden ve yürütenin mutlaka asker olması da gerekmez.

Bugün olduğu aynı işlevi siviller de yerine getirebilir.

Velhasıl sorun hem yapısaldır, hem zihniyete ilişkindir.

Muhtemelen bugün gazeteler başarılı bir cumhuriyet öyküsü anlatacaklardır.

Doğrudur…

Zira Türkiye Cumhuriyeti söz konusu projelerde, altını çizdiğimiz tanım ve sınırlar içinde gerçekten başarılı olmuştur. Kürtler dışındaki Müslümanlar Türkleşmiş, Müslümanların önemli bir kısmı da ehlileşmiştir. Ama ağır bedellerle…

Üç ağır bedel vardır ortada:

1. Verili simgeleri, verili bir devlet ideolojisini ve bunların değişmezliğini demokrasi ilan eden, devlet hukukuyla koruma altına alan bir merkez yapısı…

2. Farklıya tahammülü olmayan, ayrıcalıklarını demokrasi sanan otoriter bir zihniyet…

3. Farklı talep ve kültürel varoluşlara tahammülü olmayan otoriter bir millet algısı…

Bugün Kemalizm, Erdoğanizm, İslamcılık, ülkücülük, solculuk kültürel ya da ideolojik köken üzerine kurulu tepkilerle siyasallaşmaktan öteye geçemiyor, aynı cemaatçi anlayış kabından su içiyorlarsa, nedenleri biraz da burada aramak gerekmez mi?

YORUMLAR (50)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
50 Yorum