Ortadoğu bataklığı
İdlib’de işler zora girdi. Diğer bir ifadeyle siyasi iktidarın Suriye’nin batısında izlediği rota Türkiye’yi çıkmaz bir sokağa getirdi. Bu sokaktan bugün itibarıyla tek başına ve zarar görmeden çıkması kolay görünmüyor.
Cumhurbaşkanı, dün partisinin grup toplantısında meydan okuyucu bir dil kullanıyordu: “Gözlem noktalarındaki veya diğer yerlerdeki askerlerimize en küçük bir zarar gelmesi halinde bugünden itibaren İdlib ile Soçi muhtırası sınırları ile bağlı kalmadan rejim güçlerini her yerde vuracağımızı buradan ilan ediyorum.”
Cumhuriyet dönemi Türk siyasetinin temel korkularından birisi “Ortadoğu batağına saplanmak” olarak tanımlanırdı.
Bugün bu batağın tam ortasındayız.
Türkiye, Suriye’nin batısında 12 askeri gözlem noktasına, 5 bin askere sahip. Esad rejimi ile muhalif güçler arasındaki çatışmada açık taraf, fiilen bu güçleri destekliyor ve kullanıyor.
Neden bunu yapıyor?
Yanıt şu: Suriye’nin yeniden yapılanmasında etkin, kurulacak masada kuvvetli bir pozisyonda olmak, pazarlık gücünü artırmak için...
Peki buna neden ihtiyaç duyuyor?
Basit: İzlediği Kürt politikası yüzünden...
Afrin, Cerablus ceplerini, güvenlik koridorunu bu şekilde muhafaza edebileceğini düşünüyor. Suriye’nin fiilen üçte birini kontrol eden SDG-PYD’nin siyasi olarak güçlenmesini bu yolla engelleyebileceğini varsayıyor.
Erdoğan ve müttefikleri, Türkiye’nin Kürt politikasını Ortadoğu’ya, dış politikasını ise Ortadoğu’da Kürt hareketlerini askeri yollarla denetlemeye indirgediler. Türkiye içinde Kürt aktörleri baskılayarak, Kürt meselesini hatta telaffuzunu kriminalize edip bu sorun ile siyaset arasındaki tüm köprüleri atarak, ağırlık merkezini dışarıya taşıdılar, askeri aracı yeganeleştirdiler.
Çıkmaz yolun başlangıç noktası aslında burasıdır.
Duruma, ipliği, son ilmikten, İdlib’den geriye sararak bakalım.
Türkiye’nin Suriye’nin batısındaki varlığı Rusya’yla kurduğu ilişkiler ve denge sayesinde oldu. Devamı bu ilişiklerle yakından ilgili. Afrin’e giriş, Türkiye’nin Esad rejiimi konusunda yumuşaması, İdlib bir paketti. Türkiye bu bölgeye, rejim muhalifler çatışmasını siyasi yollarla halledeceği, göçmen akışının böyle duracağı iddiası ve angajmanıyla geldi.
Bugün gelinen aşamada, İdlib’de denge halinin sona erdiği görülüyor. Türkiye, oradaki askeri konumunu ve muhalif varlığı bir pazarlık unsuru haline çevirmek isterken, Rusya bunun karşısında başka bir tutum evresine geçmiş bulunuyor. Türkiye’ye yönelik “muhalefetteki radikal unsurları tasfiye et çekil, bölgenin rejime devri siyasi olsun” beklentisini, Türkiye işi uzatınca, Suriye’ye askeri olarak yol verme politikasına çevirdi. Suriye, bu işaret sonucu İdlib’de ilerlemeye başladı.
Velhasıl, Türkiye, Suriye’yle doğrudan ve Rusya’yla dolaylı olarak karşı karşıya durumda.
Durum Ankara için siyasi açıdan sıkışık.
Askeri açıdan da tablo farklı değil.
Suriye’nin ilerlemesi sonucu Türkiye’nin 12 askeri noktasından 6’sı rejim bölgesinde kaldı, kuşatma altına girdi. Gözlem noktalarında kara gücü dışında, havada hiç gücü ve imkanı yok. “Şubat sonuna kadar Suriye girdiği yerlerden geri çekilsin, yoksa askeri olarak devreye girerim” iddiasının da bu durumda karşılığı pek yok.
Akar’dan ABD ve Batı’ya çağrı, ABD’li yetkililerin açıklamaları, Rusya’yla görüşmeler işi nereye götürecek, birlikte göreceğiz.
Ama mevcut politika iflasın sınırında.
Umarız körlük Türkiye’yi felakete götürmez.