Popülizmin iki taşıyıcısı

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’a hitaben sarfettiği sözler hafife alınmayacak bir duruma işaret ediyor.

Ne diyordu bakan?

“Sokaklarda özgürce yürüyüş hakkının ortadan kaldırılmasını onayladınız. Polis koruması almana gerek yok. Bisikletinle işe git gel bakalım. Anayasa Mahkemesi Başkanı’na söylüyorum kendi arabamla tek başına gitmeye ben varım sen var mısın?”

Bu sözler, muhalif basında, “kaba”, “kabadayıca”, “devlet adabı ve terbiyesine aykırı” bulundu.

Öyleydi. Ama fazlası da vardı.

Önce şunu belirtelim: İçişleri Bakanı’nın bu tarz ilk çıkışı değildi bu.

Yürüyüş yapmak isteyen HDP’li milletvekillerine, mahallesini koruyan delikanlı tarzıyla, yönelttiği, “sizi yürüten adam değildir” sözleri de tarihte yerini aldı.

Soylu bu tür çıkışları yapan tek kişi de değil.

Bu, aslında Tayyip Erdoğan’ın tarzıdır. Uluslararası ilişkilerden devlet içi ilişkilere kadar benimsediği bir üsluptur.

Erdoğan, işine gelmeyen Anayasa mahkemesi kararları için “karara uymuyorum, saygı da duymuyorum” diyen bir devlet adamı...

Uluslararası ilişkileri şahsileştirerek, (NATO konusunda Macron’a söylediği gibi) “önce sen kendi beyin ölümünü bir kontrol ettir...” tarzı dili sıradanlaştıran bir lider...

ABD eski Başkan yardımcısı ve Demokrat Parti başkan adayı Joe Biden’a yönelik, “Ya dostluğumuz var be… Oturup konuşmuşluğumuz, çay içmişliğimiz var ya… Böyle bir ifadeyi bizim için nasıl kullanırsın?...” sözleriyle dostluk merkezli ne tür bir enformel ilişki raconunu benimsemiş olduğunu gösteren kişi...

Balık baştan kokar...

Ancak gelin görün ki, toplumda hatırı sayılır bir kesim, bunu seviyor. Bu tarzı güçlü siyasi iradeyle, özgüvenle özdeşleştiriyor. Kaba, kabadayıca bu dil her geçen gün biraz daha tabiileşiyor.

İktidardaki mevcut muhafazakâr anlayış kendi “yeni siyasal sosyolojisi”ni üretiyor, yeni siyasi hassasiyetleriyle kültürel kimi katmanların taleplerini kesiştiriyorsa, örneğin araştırmalarda AK Parti seçmenin 2/3’nün ikinci partisi MHP çıkıyorsa, bunda, bu tarz ve bu dilin bir etkisi bulunuyor.

“Erdoğan yerini ileride kim alır” anketlerinde Soylu’nun birinci gelmesi belki bu yüzden.

Bu dil, beka ideolojisinden, politik ve jeopolitik meydan okumalardan beslenen popülist siyaset tarzının simgesi ve taşıyıcısı haline gelmiş bulunuyor.

Nitekim bu dilin simgesel olarak işaret ettiği asıl sorun, ülkede yeni anayasal rejimle birlikte hızlanan (nasıl ifade ederseniz edin) “kurumların çözülme”, “kurumlardan arınma” ya da” kurumsuzlaşma” sürecidir.

Kurumsal ağırlığın elitizmle iç içe sokulması, kurumların yerine kişilerin geçmesi, popülizmin ve otoriterliğin önemli göstergelerinden birisidir.

Soylu, “ben” vurgulu çıkışıyla, kurum, anayasa mahkemesi yerine, onun başkanına, “sen” diye hitap ederek, “hadi bakalım” edasıyla, yargı kararını beğenmediğini, böyle ifade ederek, hatta küçümseme imasıyla, bunun tipik bir örneğini veriyordu.

Model aslında, Erdoğan’ın kendisini, sık kullandığı tabirle “şahsını”, bir taraftan devletle, diğer taraftan devletle özdeş görmesi, buna uygun bir dil ve siyasi usul tutturmasından kaynaklanmaktadır.

Yüzde 51’in yüzde 100 olarak kabul edildiği, çoğunluğun millet, milletin tek bir kişi gibi algılandığı bu modelin varsayımına göre, lider sadece milletin düşüncesini temsil etmez, liderin düşüncesi de milleti temsil eder. Liderin sözü her yer, her anlamda, yargı dahil herkese karşı milletin sözüdür, ona müdahale millete müdahaledir.

Dil meselesi, kabalık ve kabadayılığın dışında, biraz da böyle bir yöne sahiptir.

YORUMLAR (37)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
37 Yorum