Toplum popülizme ne kadar yatkın?
ÜÇ soru soralım:
-Erdoğan ve AK Parti, yol açtığı tüm sorunlara, hukuk, demokrasi ve ekonomi krizlerine rağmen neden hala ülkenin en çok oy potansiyeline sahip siyasi partisi? Yaşadığı iniş, erozyon neden bu kadar yavaş?
-Kurucu siyasete, yeni bir toplum tahayyülüne, gelecek tanımına en uzak duran, lider partisi görünümünde olan, gücünü Kürt meselesinden göçmen sorununa kadar seçmeni karşıtlıktan alan, risk almadan merkezde duracağını ima ederek güven peşinde koşan İYİ Parti, neden, son bir yılda kamuoyu araştırmalarına göre oyunu en çok arttıran siyasi parti?
-Sağ siyaseti, merkez söylemi yeniden yapılandırma, özgürlükçü değerlerle buluşturma, muhafazakar alandaki değişim ve arayışı temsil etme iddiasındaki ve program partileri görünümündeki DEVA ve Gelecek Partisi’nin toplam oyu yüzde 5-6 geçmiyor?
Elbet, bir çırpıda verilecek cevapları yok, bu soruların.
Ancak şu açık: Yanıtlar, siyasetçi ve söylem performansının ötesinde, her koşulda, Türkiye’nin mevcut toplumsal zemini ve hassasiyetleriyle ilişkili.
Türkiye son 15 yıldır pek çok badire atlattı. Darbe girişiminden Gezi olaylarına, Çözüm sürecinden Hendek hadiselerine, kayyum hamlelerinden tutuklanan aydın ve gazetecilere, yeni popülist düzenden yargının siyasallaşmasına, nobran bir siyasi iktidardan ürettiği ekonomik krizlere kadar…
Bunların toplum üzerinde, özellikle genç kesimlerde keskin etkiler yaptığı kuvvetle muhtemeldir. İlk akla gelenler, örneğin güvensizlik, endişe, umutsuzluk, kazanma güdüsünü ve kaybetme endişesini içeren iktidar kaynaklı partizan varoluş, nasıl siyaset ve toplum tasavvurunu besler? Kültürel ve sosyo-ekonomik grupları nasıl yoğurur?
Bunlar yanında, ayrıca her alanda yaşanan değişim ve girdileri var.
1.Sosyo-ekonomik bakımından Türkiye 10-15 yıl öncesine göre bile çok farklı. Ülke daha modern, daha kentli, hizmet çıtası daha yüksek ve yaygın. Üniversite eğitimiyle gelen toplumsal yükselme, kentlerde orta sınıf ve burjuva tanımını yeniden harmanlıyor, bunun siyasal davranışlarda etkisi ortaya çıkıyor.
2.Kültürel alanda, kesimler arası imkan yakınlaşması hakim bir eğilim. Sentez, toplumsal kutuplaşma görüntüsüne rağmen, tüm kültürel kesimlerde etkin. Sağda, özellikle de merkez sağda inanç ve din enjeksiyonuyla üreyen yepyeni bir sosyal-siyasal doku var. Kimlik-birey, ilişkisi ikincisi lehine seyrediyor. Solda farklı kimliklerle temas halinde varoluş önemli ölçüde doğallaşmış durumda. Kimlik ayrışması yol olmuyor, ama davranış hiyerarşisinde bir ölçüde önem kaybediyor, tersten söyleyecek olursak, kimlik içi ve kimlikler arası konuşmalar artıyor.
3,Dış faktör son derece kuşatıcı. Kültürel ve siyasi içe kapanma eğiliminin öne çıktığı bir dönemi yaşıyoruz. Ulus-devletlerin kendi başına kaldıkları, baskıyı sınırlarına sahip çıkma konusunda gördükleri bir dönem… Batı’ya mesafe, göçmen sorunu ve karşıtlığı, ortalama ve hakim kimlik duygusunun kültürelden ulusal ya da ulusçu kimliğe doğru seyretmesi, artan bir kendine haslık ruh halini besliyor, yeni milliyetçiliğin toplumsal kökenlerine işaret ediyor.
Peki sonuç?
Güvensizlik, umutsuzluk, tepki, çatışma yorgunluğu etrafında, siyasi tahayyülün kısa-laşması, demokratik siyasetin relatif bir talep haline gelmesi, öteki alerjisinin dışa dönmesi, ilk göze çarpanlar…
Popülizme uygun bir iklim bu…
Önümüzdeki seçimlere toplumsal dalga, sınıfsal hareketlenme, sosyo ekonominin geri dönüşü gibi unsurlar değil, bunlar damga vuracak…
Yukarıdaki soruların işaret ettiği gibi…