Zemin

İnsani güvenlik kavramı, “korkudan azade olmak”, “muhtaçlıktan azade olmak” ve “haysiyet içinde bir yaşam sürme hakkı” olarak tanımlanıyor.

Bu kavramın merkezinde şiddet var.

Gündelik hayatta karşılaşılan şiddetten etnik ve siyasi çatışmaların ürettiği şiddete, devlet şiddetinden gelenek şiddetine kadar giden bir “endişe” ve “güvensizlik alanı” var...

Aslında insani güvenlik kavramında kilit kelime şüphe yok ki insandır.

90’larda ortaya atılan bu kavramın izlediği seyir, ulaştığı yaygın kullanım, dünyada esen “devlet” merkezli “güvenlik politikası furyası”ndan bağımsız değildir. Çıkış noktası devlet güvenliği, milli güvenlik politikaları karşısında temel hak ve hürriyetleri alanı daralan bireydir.

O zaman insani güvenlik, kurumlar lehine, insanlar aleyhine oluşan dengeye bir tepki kavramı olarak da tanımlanabilir. Bir yönüyle güvenlik hiyerarşisinde “devlet”ten “insan”a, “milli”den “birey”e doğru bir ağırlık kayması arayışını ifade eder.

“Haysiyet içinde bir yaşam sürme hakkı” örneğin...

Hukukun üstünlüğünden farklı bir çerçeveye işaret edebilir mi?

Hikmet-i hükümet ya da milli güvenlik gerekleri ve gerekçeleri veya “olmazsa olmazlar”ı, insanın hareket alanını, güvencesi olan hukuk düzenini, kendi başına hareket etme, düşünme, ifade etme özgürlüğünü kısıtlandığı anda ortaya çıkan denklemin demokrasiyle ilgisi kalır mı?

Kadın meselesi yanında, Türkiye bunları pek çok konuda pek sık yaşıyor.

Sürekli bir seferberlik ve tehlike hali semalarımızı hiç terk etmiyor. Askeri vesayet dönemindeki tehdit ve tehlike dili, oradan kaynaklanan güvenlikçi yaklaşımı, bugün bir başkası ikame etmiş durumda.

Her genel seçime tehdit ve tehlikeye endeksli kutuplaşma rüzgarı, bir meydan savaşı, büyük hesaplaşma havası içinde giren bir ülkeyiz. Gizli ajandalar, komplolar, dış tehdit fikrini zihniyetinin merkezinde tutan bir siyasi kültür inanılmaz bir yükseliş yaşıyor.

Hukuk devleti kurallarının biteviye tahrip edilmesi, bir güvenlik zorunluluğu olarak açıklanması buna açık bir örnek...

Kürt meselesinde güvenlikçi yaklaşım, Kayyımlar, kapatma davası, Kürt sorunun siyasi temsilinin önünü kesmek, bu temsili siyasi arenadan dışlamak çabası, başka örnekler…

Sorun köklü…

2015 sonrası siyasi düzen, 2017 sonra yeni anayasa ve iklimi, yapısal olarak, idari tedbir ve hukuk denetimi arasındaki hiyerarşiyi mutlak bir şekilde bozdu.

Hukuk denetimi ve yargı devrede olmadan mülki amirlere ve güvenlik şeflerine makul şüpheye dayanarak insanları gözaltına alma yetkisi verildi.

Daha beteri bu yetki, “toplumun huzur ve güvenliği” için bir kaçınılmaz olarak tanımlandı.

Bunlara emniyette, yargıda, bürokraside, üniversitelerde sadakat düzeni ya da iktidara sadık adamlar sistemi eklendi.

Devlet cumhurbaşkanın fermanlarıyla yönetilir hale geldi.

Bunun askeri düzenlerden, dönemlerden ne farkı var? Uygulama bakımından hiç yok. Şekil ve kural açısından ise fazlası var.

Zira bu kez durum, istisnai değil, askıya alınmış bir hukuk düzeni de yok.

İnsan güvenliğini ezen devlet güvenliğinin, milli güvenliğin yeni formu bu.

Erdoğan’ın Diyarbakır’da, Erzurum’da yaptığı iki konuşmayla, eski günlere, çözüm sürecine verdiği referansla çözülür mü bu düzen?

Hiç sanmıyorum.

YORUMLAR (23)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
23 Yorum