İstanbul’da öğrencilik

İstanbul İmam Hatip Lisesi’nde öğrencilik yaptım. İlahiyat fakültesinde okudum, edebiyat fakültesinden mezun oldum.

Uzun sevgili yıllarımın şahididir İstanbul. Ben de onun. Açtığı kadar sırlarının da şahidiyim. Orada sevdim dostlarımı. Kelimelere, kitaplara Şehremini’nin dar sokaklarında kaptırdım gönlümü. Türkiye’yi, yılların yolların içinden İstanbul’da sevdim, İstanbul’la birlikte sevdim. Fatih’i, Üsküdar’ı, Boğaziçi’ni, sur diplerini, Küçükyalı’nın, Bakırköy’ün yetiştirme yurdu çocuklarını çok sevdim.

Tarihe, edebiyata, Yahya Kemal’e orada daha çok bağlandım. Bozdoğan su kemeri evimin hizasındaydı. Lise ve üniversite yolları boyunca adım adım gezdim sevgiyle, sur içlerini, çukur bostanları. Sevgili dostum İbrahim Kiras’la tadına doyum olmaz sohbetleri, arşınladığımız yılları, bilhassa kitapçı yollarını kelimelerle anlatmam zor. Kayseri’nin şirin kasabası Mimarsinan’dan çıkıp serserilik, dergicilik ve sokakları arşınlama yıllarının içinde öğretmenlik ve gazetecilik mesleğini de icra ettim Mimar Sinan’ın şehrinde.

* * *

Ve eski yazılar, ahh! 1980’li yılların ortalarında o yılların İstanbul’undan görünenleri yazmışım. Önümüzdeki birkaç hafta o yazıları noktasına virgülüne dokunmadan yayımlamak istiyorum. Bir üniversite öğrencisinin dilinden kâğıda dökülenler okuyucunun ilgisini çekebilir, kim bilir. Şimdilerde Ankara’da yaşayan benim için de birazcık nostalji, birazcık hasret yazıları olur.

Aşağıda okuyacağınız yazı, 1984’ün İstanbul’unda kaleme alınmıştır.

* * *

Öğrenimini İstanbul’da gören bir öğrenci, dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir öğrencinin sahip olamayacağı bir şansa sahiptir. Çünkü o daha okula varmadan evden çıktığı an ders başlamış demektir. Yürüdüğü yollar, beklediği duraklar, bindiği vasıtalar, tanıştığı insanlar kısacası gördüğü ve duyduğu her şey birer ders arasıdır.

Eğer giyiminde titizse yürürken çok dikkatli olmalıdır. Arabaların sıçrattığı çamurdan, pis sudan kaçmak için kaldırımların en sağ köşesinden yürümeye kalkarsa apartmanların çatılarından akan yağmur sularıyla pekala soğuk bir duş alabilir. Otobüste birinin ayağına basması için bir ayağını leylakvari havada tutarsa farkında olmadan kendi cilalı ayakkabısını kirletebilir. Hele yolda giderken bir şoför gibi ani ve süratli manevralar yapma kabiliyetine mutlaka sahip olmalı. Yoksa gazete okuyarak yürüyen birine veya beton elektrik direğine çarpabilir.

Öğrenci elindeki çantaya da dikkat etmeli. Tıka basa kitap defter doldurduğu çantası birden açılmaya görsün, onları toplamaya fırsat bulamadan her biri kullanılamayacak hale gelmiştir bile.

İstanbul’un öğrencisi dünyanın belki en kurnaz, en muzip ve en sinsi öğrencisidir. Otobüste eğer oturuyorsa yanı başında duran ve yer vermesi gereken birini gördüğü an, ya önüne kitap açarak kitap okuma numarası yapacak ya dışarıyı seyretme, ya da en etkilisi uyuma. Eğer ayakta duruyorsa kollarını gererek bacaklarını açarak yer kaplamaya çalışır, böylece ayakta da olsa rahatını sağlamış olur. Hatta çantasını çaktırmadan önünde duran kimsenin kucağına koyabilir.

Pazartesi günleri öğrencinin en sıkıcı ve bunaltıcı günüdür. İki günlük tatil sanki onu iki ay okuldan uzaklaştırmış gibidir. Cuma günleri ise genelde kafa tatilinin olduğu gündür. Öğrenci bir gün evvelden tatil havasına girer. Ama İstanbul’da hafta sonları çabuk biter, otobüsle bir yeri gezmeye gitmek bir günü alır, televizyon seyretmek de diğer bir günü. Geriye ders çalışmak için zaman kalmamıştır. Zaten İstanbul öğrencisi tatilde pek dersle ilgilenmez, onun için haftanın beş günü fazla bile ders çalışmaya.

İstanbul öğrencisinin en büyük tutkusu hafta sonu maçlarıdır. Hafta sonu gidilecek maçlar hafta içi belirlenmiş, arkadaş grubu oluşturulmuştur bile. Gürültülü iki günlük hafta sonu tatilinde o kadar çok şey yapılmıştır ki, beş gün boyunca okul içinde ve okul dışında öğrenciler hafta sonu maceralarını anlata anlata bitiremezler, bir sonraki haftaya başka malzemeler de ekleyerek çıkarlar.

Okulda olup bitenler ve kopya maçtan sonra konuşulan ikinci konudur. Aldatılan ya da onların deyimiyle kül yutturulan hocalar otobüste, trende, yolda ve evde herkese rezil edilir. Otobüsler kopya tekniği üzerine bilgi alışverişlerinin yapıldığı umumi merkezlerdir. Otobüslerin arka boşluğu bir bakıma talebelere mahsustur. Tıpkı ön koltukların harp malullerine terk edildiği gibi. Çalışkan, disiplinli ve ciddi talebelerin bu gibi yerlerde pek konuşacakları yoktur, diğerlerince anormal bir gözle bakılır ve süper ya da otçul sıfatlarıyla anılır. Çünkü onlar tam not alamayınca hüngür hüngür ağlayan, haftalarca hastalanan ve sabahlara kadar inekleyenlerdir. Sınıf içinde de “asistan” “hocanın casusu” veya “yağcı” gibi sıfatlarla anılırlar.

İstanbul’da öğrencilik kısa çizgileriyle böyle. Eğer günün birinde öğreniminizi İstanbul’da yapacak olursanız bütün bunlara kendinizi alıştırmanız, önceden hazırlıklı olmanız gerekir. Çünkü burada yapılacak en küçük gaf, en basit yanlış tavır sizi gözden düşürecek, mimli bir öğrenci olarak tanıtacaktır. Mimli olmak ne demektir, İstanbul’da okuyanlar çok iyi bilir.

Bir sonraki yazı, İstanbul’da gece, (1980’li yıllar) nasipse.

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum