Fikrin iktidarı, iktidarın fikri
Gerçek fikrin iktidar olmak gibi bir düşüncesi yoktur!
Fikrî iktidar değil, fikrin, daha doğrusu fikrin oluşturduğu idealin iktidarı sözkonusu olabilir.
Siyaset fikirle yapılır; istikamet verici bir fikir yoksa, piyasada mevcut görüşler siyasete yön verir. Düşündüğünü, fikrettiğini yapmak yerine yaptığı gibi düşünmek safhasına geçilir.
Bir üniversitenin açılışı, fikir ve siyaset konusunu bir şekilde gündeme getirdi. Üniversite imal-i fikrin, düşünmenin merkezi olabilir mi? En azından Türkiye’de olmadığını biliyoruz. Büyük fikir eserleri üniversite çatısı altında ortaya çıkmamıştır. Ne yazık ki 1933’te kurulan üniversitemiz, fikri devreden çıkarmak üzere teşkil edilmiştir. Darülfünun’un birçok düşünen hocası, Üniversite’nin dışında tutulmuştur. Darülfünun’un lağvedilme sebebi, ilmî kifayetsizlikte değil, inkılapları desteklemekte yetersiz kalmasında aranmalıdır.
Gerçek bir düşünür, filozof olarak temayüz eden Nureddin Topçu, hem de o zaman yönümüzü çevirdiğimiz batının en itibarlı üniversitesinde doktorasını üstün başarı ile tamamladığı halde, üniversitede yer bulamamıştır. Fikre veya ilme, liyakate değil, siyasetin ihtiyacına göre kadrolar oluşturulmuştur. O zamanın ihtiyacı, fiilî iktidarı tasvib edecek, yüceltecek kadrolardır.
Üniversite Türkiye’de ilim ve fikir meselelerinde çözüm ortaya koyacağına, kendisi mesele haline gelmiştir. Çünkü düğme baştan yanlış iliklenmiştir. Topçu şöyle söyler:
“Millî bünyemizin derinlerine işleyen dertlerden biri de üniversite meselesidir. Otuz yedi sene evvel eski Darülfünun’u lağvederek büyük vaatlerle açılan üniversite, gömdüğü Darülfünun’a nazaran her bakımdan daha gerilemiş durumdadır. Bugünkü parlak yapılarının örttüğü iç yüzü, çalışmaları ve eseri göz önünde tutulunca, ilk açılış nutkunu yapan rektörün ağzı ile Süleymaniye külliyesinin devamı olduğu ifade edilen bu müessesenin Darülfünun’dan yüz sene, Süleymaniye külliyesinden dört yüz sene daha geride olduğu görülecektir. Bu gerilik ilim, ahlak ve hukuk alanlarında da göze çarpmaktadır.”
Türkiye, 1930’lardaki tek üniversiteden, üç üniversiteye 1950’lere doğru ulaşılabilmiştir. Kemiyeti değil de keyfiyeti dikkate alırsak, en azından fen ve teknik alanlarda üniversitenin daha iyi durumda olduğunu söyleyebiliriz. Sosyal ilimler alanında ise, ideolojik müdahaleden ötürü “heyhat”tan başka söylenecek söz yoktur!
Üniversite konusunu konuşurken, ülkemizde hali hazırda 203 üniversite olduğunu hatırda tutmamız gerekiyor. Bunların 58 tanesi İstanbul’da imiş. Devlet üniversiteleri her ne kadar çoğunlukta ise de vakıf veya özel üniversiteler de azımsanmayacak sayıya ulaşmıştır. İlk özel üniversite 1984’te açıldığına göre, bu kadar kısa sürede ortaya çıkan 73 özel üniversite hiç de az değil.
Evet, üniversitelerin “kemiyet”ini konuşuyoruz, bu hususta övünülecek bir başarı elde ettiğimizi iftiharla söyleyebiliriz. Ya “keyfiyet”?
Kemiyet ve keyfiyet kelimelerini üniversite açış konuşmasından aldım. Bugün bu kelimeleri üniversitelerde kullanan kalmış mıdır? Pek sanmıyorum. Genç akademisyenler ve öğrenciler arasında bilen var mıdır? Buna verilecek cevabım da olumsuzdur.
Kemiyet, bir şeyin adet, miktar veya sayı olarak ifade edilebilen durumudur. Yüzlerce yıl kullandığımız bu kelime yabancı bulunmuş ve yerine nicelik kelimesi konulmak istenmiştir. Keyfiyet kelimesi de nitelik’le karşılanmıştır. Dil meselesinin mahiyetini bu yeni kelimelerin yerine konulduklarını karşılayıp karşılamadıklarından çıkarabiliriz.
Kaliteliyi mi tercih ederdiniz, nitelikliyi mi? sorusuna vereceğimiz cevap önemli. Daha önemlisi, “nitelikli dolandırıcılık” kavramının hukuk diline musallat edilmesidir. Galiba “kaliteli dolandırıcılık” denilemeyeceği için, böyle denilmiştir!
Üniversitemiz bugün bu abartılı sayı ile keyfiyetin, niteliğin, kalitenin değil, niceliğin, kantitenin, kemiyetin… hâkimiyeti altındadır.
Üniversite kendi âleminde yaşarken, fikir zeminlerimiz ne durumdadır? Hür fikrin kalesi dergilerse, fikir dergilerinin hızla azaldığını görüyoruz. Günlük gazetelerin de geçmişte öyle veya böyle Türkiye’de fikir zeminlerimiz arasında bulunduğunu söyleyebiliriz. Bugün bu zemin de kurumak üzeredir. Fikir kitaplarının baskı sayısı yüzlere inmiştir.
Velhasıl, siyasetin başpehlivan olduğu bir minderde fikrin güreş tutması mümkün değildir!