Türkiye bir muhacir ülkesi!
Ankara coğrafî olarak Anadolu’nun merkezinde. Ankaralı olarak bütün bildiğim atalarım burada yerleşik. Bu yerleşiklik en fazla 9-10 asır önceye götürülebilir. Anadolu, esas olarak Malazgirt zaferinden sonra Türkistan’dan, Horasan’dan göçen Türkmen boyları tarafından iskân edildi. Ülkemizin her yerinde (eğer değiştirilmemişse) bu boy adlarına rastlanır.
Kutalmış oğlu Süleyman Şah, Malazgirt’ten 5 yıl sonra Anadolu’nun batısında, İstanbul’un burnunun dibinde İznik’te devletini ilân ettiğine göre, Malazgirt öncesi ve sonrası bu ülkeye yerleşenler büyük ve güçlü bir topluluk meydana getiriyor olmalıdır.
Türkmenlerin Anadolu’ya yerleşmesine yerli ahali nasıl bir tepki verdi? Çatışma olduğuna dair bilgi olmadığına göre, bu muazzam iskân süreci tepki ile karşılanmadı. Anadolu’ya büyük göçün işgal veya istila şeklinde olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Gelenler üstün savaş güçlerine dayanarak yerleşik ahaliye şiddet uygulamadı, kimse yerinden yurdundan edilmedi, herhangi bir katliam yaşanmadı. Yeni unsurlar öncelikle göçebe geleneklerine uygun olarak kır kesimlerinde hayatlarını idame ettirdiler. Sonra yerleşim merkezlerinde kendilerine yer buldular veya yeni yerleşim merkezleri kurdular. Yerleşik halkla bir çatışma olmadan hayatlarını devam ettiler. Kısa sürede hakim unsur olan Türkmenler öyle bir maya çaldılar ki, bu barış içinde bir arada yaşama mayası tuttu. Savaşlar siyasî otoriteler arasında oldu. Hatta, bu yeni gelen unsurların meydana getirdiği siyasî otoriteler (beylikler) arasında da çatışmalar yaşandı.
Anadolu’ya Selçuklular zamanında olduğu gibi, Osmanlı döneminde de kuzeyden, doğudan ve güneyden Müslüman göçleri oldu. Bunların hatıraları günümüze çok fazla ulaşamadı, fakat 18. Yüzyıldan başlayarak ve bilhassa 19. yüzyılda Anadolu ciddi göçler aldı. Hatta 19. Yüzyılda Anadolu’ya Müslüman göçü bir devlet siyaseti şekline büründü. Anadolu’da Müslüman gençlerin askerlik süresinin uzamasından (15 yılı bulmuştu) ve uzun süren seferlerden ötürü Hıristiyan nüfus Müslüman nüfus aleyhine gelişmeye başladı. Osmanlı merkezi bu yüzden Batıdan, Balkanlar’dan çekildiğimiz yerlerden gelen nüfusu kabul ettiği gibi, 19. Yüzyılın sonunda Kuzey doğudan, Kafkaslardan gelen göçleri ülkenin çeşitli bölgelerine dağıttı. 20. Yüzyılın başında Balkanlardan büyük göçler yaşandı. Bilhassa Balkan harbinden sonra büyük kitleler İstanbul’a, oradan da Anadolu’nun muhtelif yerlerine göçtü.
Ülkeye gelen bu yeni unsurlar için etnik ayrım uygulanmadı. Müslümanım diyen, muhacir olarak kabul edildi ve bunlar ülkenin nüfusunun bütünlüğü içinde yerlerini aldılar.
Bu göçler, Cumhuriyet’ten sonra de devam etti. Bir ara, Balkanlardan göçenlerde “Türklük” aranır oldu. Türkiye’ye göçmek isteyen başka etnik kökenliler, bu tahdidi de aşarak gelmeyi başardılar. Zulüm ve baskılara dayanamayarak sınırlarımızı zorlayan Bulgaristan Türklerinin göçü son kitle göçü oldu.
Hasılı kelâm, bugün Türkiye nüfusunun belki de çoğunluğunu bu göçlerle gelenlerin nesilleri teşkil ediyor! Bu yüzden “Türkiye bir muhaciristandır” diyoruz. Bu topraklarda 20. Yüzyıla kadar farklı dinlerden büyük kitleler esas unsurla çatışmaya girmeden yaşadı. Kültürler birbirine yaklaştı. Hâkim unsur, azınlık konumundaki unsurları taciz etmedi, tehdit etmedi. 19. Yüzyılda başlayan Avrupa merkezli ayrıştırma politikaları, Anadolu’nun Hıristiyan ahalisinin bu topraklarda sonunu getirdi.
Bu kadar tarihe niye daldık?
Suriye meselesi bizi yeniden büyük muhaceretlerle karşı karşıya bıraktı. Biliyoruz ki, Türkiye’ye sığınanlar, Türkiye’nin güneyindeki nüfustan farklı değil. Sınırımız gerçek Misak-ı Millî sınırları olsa idi, bugün Türkiye’ye sığınanların büyük çoğunluğu vatandaşımız olacaktı. Aynı ülkenin vatandaşları olmakla kalmayıp, kültürel olarak da daha fazla bütünleşecektik.
Suriye meselesinin bu kadar uzun süreceği, dallanıp budaklanacağı başlangıçta tahmin edilmiyordu elbette. Sivil halkın sınırlarımıza dayandığı sırada Avrupa ülkeleri gibi şiddet uygulayarak bunu önlemek yolunu seçebilir miydik?
Ben buna ihtimal vermiyorum; hükümetler bunu yapmaya kalkışsa idi, millet karşı çıkardı.
Şimdi 4 milyon Suriyeli ülkemizde ve kirli savaş 9. Yılında…
Türkiye’nin her yerinde onlara rastlayabilirsiniz. Onlara sığınmacı veya mülteci gibi davranıldığını söyleyemeyiz. Belki misafir muamelesi görüyorlar.
Eh bir atasözümüz “misafirlik üç gündür” der!
Suriyelilerin ülkemizdeki varlığı konusunda daha uzun vadeli düşünüp ona göre uygulamalara yönelmeye ihtiyaç var. İstanbul gibi büyükşehirlerde büyük gettolar oluşturmalarına göz yumulması doğru olmamıştır. Ülkeye belli bir plan dahilinde dağıtılmaları, bulundukları yerlere uyum sağlayacak bir konum kazanmaları gerekirdi.
Suriyelilere karşı zamanla yükselen bir tepki oluştu, fakat bu tepkinin büyütüldüğü mikyasda olmadığı kanaatindeyiz. Elbette bu tepkiyi abartan, büyüten merkezler vardır ve bu da kirli Suriye savaşının bir parçasıdır.