CHP Türkiye’yi kurtarabilir mi?
“Kurtarmak” ve "Siyasi Parti” kavramları bir araya gelince anlatılar, kaçınılmaz olarak “hamaset”e dönüşür fakat bu yazı “anti-hamaset ve ultra gerçekçi” bir siyasi strateji yazısı olmayı amaçlıyor.
TBMM’de sahip olduğu sandalye sayısının verdiği pratik siyasi yetenek ve tarihinin oluşturduğu algıların gücü CHP’yi, Türk demokrasisini kurtarabilecek yegane aktör haline getiriyor.
Çünkü Ak Parti ve CHP’nin TBMM'deki sandalye sayısı 400'ü geçiyor ve bu sayı anayasa değişikliği yapmaya yetiyor.
Bu iki parti, toplumun geri kalan kısmını da az çok kapsıyor.
Normal şartlar altında CHP’den demokrasiye yüksek düzeyde katkı beklemek bir hayal fakat gerçekçilik adına CHP'nin devreye girmesinin dışında başka bir çıkış yolu yok.
Türk Demokrasisini sadece CHP’nin atacağı adımların kurtarabileceğine eminim, artık; eğer gereği yapılırsa…
Biz iktisatçılar modern zamanların kahinleri sayılırız; önümüzdeki dönemde, büyüme, işsizlik, faiz, resesyon, kurlar, değerli madenler vs. gibi konularda geçmişin verilerini işleyerek geleceği tahmin etmeye çalışırız.
İktisatçılığıma ek bir müktesebatım daha var: Bankacı ve Kredici olmak.
Kredi tahsis etmek demek, ekonominin ve kredi müşterilerinin iktisadi ve finansal geleceğini bir kahin gibi tahmin etmeyi gerektirir, bir bakıma.
Çünkü kredi gelecekle ilgili bir olgudur ve hem kredi alanlar hem de verenler gelecekteki yılları, bütün boyutlarıyla, her türlü risk ihtimaline karşı adeta birlikte düşünür hatta birlikte yaşarlar.
Bir bakıma 36 maçlık bir sezonun bütün maçlarını önce zihinlerinde oynarlar.
Bu öngörü ve tahmin metodolojisini ister istemez gelecek yıllardaki siyasi gelişmelere de uyguluyorum ve ortaya çıkan sonuçlar beni tedirgin ediyor.
BİR SORUN ALANI OLARAK AK PARTİ’NİN DÖNÜŞÜMÜ
Avrupa Birliğine girme umuduyla Ak Parti ömrünün ilk on yılında, demokrasiye zarar veren vesayetçi zihniyetleri ve onun kurumlarını bir bir ortadan kaldırırken; aynı anda demokrasinin olmazsa olmaz pek çok kurumunu da ya yok etti ya da niteliği değiştirdi.
Örnek: Özerk, bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı kurumlarının siyasi iktidarın vesayetine geçmesi, gibi.
Bu biri olumlu biri olumsuz “çifte yıkıcılık kudreti” parti içi yapılanmaya da sirayet etti.
Yıkıcılıktaki başarılar, bu başarıyı temin eden Lideri, eşi benzeri olmayan ve layüsel bir konuma yükseltti.
Ak Parti içinde, bileğinin hakkıyla ikinci adam veya üçüncü adam hatta onuncu adam statüsünde bile hiç kimse kalmadı, artık; herkes sadece Lideri tarafından atandığı için itibar görüyor, vs.
Abartılı ve isabetsiz bir benzetme olmasına rağmen Ak Partili bir arkadaşımdan duyduğum bir cümle bu fikirlerimi destekleyebilir: “Ak Parti adeta Tek Bir Orgeneral ve Astsubaylardan oluşan bir orduya dönüştü.”
Yazının başına dönüp soralım, CHP Türkiye’yi nasıl kurtaracak?
Türkiye hangi tehdit ve tehlikelerle karşı karşıyadır?
Bu tehdit ve tehlikeler niçin ortaya çıkmıştır?
Kimden kurtaracak?
Kurtarmak ne demek?
Ak Parti’ye ne önerecek?
vs. vs. vs.
Türkiye bir yol ayrımında; ya “güçler birliği rejimi" her geçen gün biraz daha otoriterleşecek ya da daha ılımlı bir parlamenter rejim demokrasisine dönüşecek; artık üçüncü bir yol kalmadı.
Geçen hafta RTÜK ikna edici hiçbir gerekçe göstermeden dört TV kanalına çok ağır cezalar verdi; Sayın RTÜK Başkanı “bir dahaki sefere” geçici cezalarla yetinmeyip “lisansları iptal edebiliriz” dedi mealen.
Bu çok ciddi bir tehdit ve tehdidi dikkate almayanların hayal aleminde yaşadığını söylemek abartı olmaz.
Peki, kapatılırsa bu TV’ler ne yapabilir?
Dava açma haklarını kullanıp, RTÜK aleyhine dava açarlar ve davalar sürerken finansal olarak iflas ederler.
Çünkü hiç bir yayın kuruluşu yıllarca sürecek bir davanın sonuna kadar tesislerini açık ve elemanlarını işte tutamaz, hiç bir kuruluş, gelirsiz bir şekilde hem genel giderlerini hem de sabit giderlerini karşılayacak özkaynaklara sahip değildir.
Artık değil TV kuruluşlarının, partiler dahil hiç kimsenin sığınabileceği bir kurum kalmadı Türkiye'de; belki de dünyada; hatta bir siyasi saçakaltı bile kalmadı.
Geçen yazıda bir demokrasinin olmazsa olmaz şartı olan “erkler/güçler ayrılığı” ilkesinin Türkiye’de, buharlaşmak üzere olduğunu ve sürecin “erkler/güçler birliğine evrildiğini" örneklerle vurgulamaya çalışmıştım.
Çünkü Güçler Birliğinin hükümferma olduğu bir siyasi sistemde, adil ve şeffaf bir seçimle seçilen siyasiler, “istemeseler ve planlamasalar bile” sahip oldukları güçlerden dolayı zamanla otokratlaşırlar.
Otokratlaşmak, güçler birliği rejiminin, olağan akışının kaçınılmaz bir sonucudur.
Otokratlık geri vitesi olmayan ve bir duvara toslayıncaya kadar sürekli hızlanan bir arabaya benzer.
Bu karabasan gibi senaryoyu şimdilik bir kenara bırakıp, Türkiye’nin geldiği yol ayrımında CHP’nin alması gereken kararlarını irdeleyelim.
Denilecektir bütün yetkiler ve güçler Cumhur İttifakındayken, Türkiyeyi otokrasiye yuvarlanmaktan CHP nasıl kurtarabilir?
Cevap: Ak Partiye istediğini vererek…
Hem Ak Parti'yi hem de otokratik rejimi kökünden değiştirecek ve demokratlaştırabilecek stratejik bir pazarlıktan bahsediyorum.
Ülkede herkesin de karlı çıkacağı bir pazarlıktan…
AK PARTİ NE İSTİYOR
Ak Parti açık, berrak ve net bir şekilde, lideri “Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bir kez daha seçimlere girebilmesini ve seçimleri kazanabilmesini” istiyor.
Ve bunu başarmak için Anayasa değişikliği dahil her şeyi yapmaya kararlı görünüyor.
Ve her şey demek her şey demektir.
Fakat önce Anayasa değişikliği gibi meşru yolları denemek istiyor; hatta bir bakıma Ak Parti, örtük olarak CHP’ye “Lütfen Ak Parti’nin otokratlaşmasını ve çetrefilli yollara girmesine engel ol” diyor, olabilir.
Kurumsal Ak Parti, “birlikte bir anayasa yapalım” teklifindeki yeni anayasa önerisi, mevcut anayasadan daha otokratik bir anayasal rejim ve kabul edilemez.
Öz itibariyle Ak Parti için önemli olan şey, aslında yeni bir anayasa değil Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın seçimlere tekrar girebilmesinin yasal zeminini sağlamaktır.
Sayın Erdoğan'ın, başkanlık seçimlerine üçüncü kez ve “güzellikle” girme imkanı karşılığında, CHP’ye “dile bizden ne dilersen” kıvamında olduğuna inanıyorum.
CHP pazarlık masasında, Ak Parti’ye istediğinden de fazlasını önerebilir: Sadece önümüzdeki seçimlere değil hayat boyu dilediği kadar seçime girme hakkı verebilir.
Keskin bir “erkler/güçler güçler ayrılığını” içeren parlamenter demokratik bir rejim anayasasını Ak Parti’ye dayatabilir.
Hiç kimsenin bir başkasını ezemediği, her konuda son sözü özerk ve tarafsız yargının söyleyeceği yepyeni bir anayasal düzen.
Bu yeni anayasanın ayrıntılarının büyük bir kısmı zaten “altılı masa” çalışmalarında ortaya çıkmıştı; konuya vakıf herkesin bildiği bir içerik.
Sahnenin ön tarafında partiler dilediklerini yapabilir ve dilediklerini konuşabilir fakat perde gerisindeki akil insanların parlamenter demokrasiyi önceleyen yeni bir anayasayı pazarlık etmeleri şart.
Rus siyaset bilimci ve stratejist Aleksandr Dugin’e “Rusya savaşı kaybederse Putin’e ne olur” sorusu sorulunca, Dugin: Ortada ne Putin kalır, ne Rusya kalır ne de bugünkü Dünya kalır demişti.
Son üç seçimde Putin, %64, %76 ve %87 oranında oy almıştı.
Herkese soruyorum, önümüzdeki üç seçimde de Ak Partili bir adayın bu kadar yüksek oranda oy almasına razı mısınız?
Ben önümüzdeki seçimlerde Ak Parti’nin %28, CHP'nin %28 oy almasını; geriye kalan %44’nün de diğer partiler arasında dağılmasını ve böylece yeni bir hükümetin ortaklaşarak kurulmasını tercih ediyorum.
Güç paylaşımı için kurulacak siyasi pazarlık masalarının, siyasi elitleri eğiteceği kesin ve bu eğitime çok ihtiyaç var.
Parlamenter demokratik sistemde kararların geç ve güç bela alındığını elbette biliyorum; tecrübe ve izlenimlerime göre ailelerde, şirketlerde, kurumlarda ve hükümetlerde müzakere etmek faydayı maksimize etmese de zararı minimize eder; sürdürülebilirliği temin eder.
Bayramda bu kadar kasvetli bir siyasi analiz yapmak istemezdim; üstelik bu yazı, genç CHP’lileri ve seçmen düzeyindeki Ak Partilileri memnun edecek bir yazı değil fakat bu yazı “akil ve kıdemli CHP’lilerin ellerinden öpüyor.”
“Kurtarmak” her zaman kazanmak demek değildir bazen kayıpları minimize etmek olabilir.
Tarihe göre “Kurtaranlar” her zaman risk alan kahramanlardır.
