İhracat enflasyonist ve İthalat dezenflanyonist
Ekonominin gündeminde iki soru var: 1) TL’nin değerini düşürerek ihracata destek vermek ve 2) TL’nin değerlenmesini sağlayarak ithal ürünlerin fiyatını düşürmek.
Birinci madde enflasyonu artırır ve ikincisi düşürebilir.
İhracat, daha iyi ödeme şartları ve daha yüksek fiyat öneren yurtdışı müşterilerin tercih edilmesidir; ödeme ve fiyat olgusu yani güçlü yurtdışı talep, iç piyasada fiyatları artırır.
İhracatçı, üretirken iç pazarda malzeme ve işgücü talep edip, satışa sunarken yurtdışını tercih ediyorsa, ihracat artıkça enflasyon da artabilir.
Kısa vadeli doğası enflasyonist olan ihracatı artırmak için TL’ye değer kaybettirmek, dolaylı olarak, önce ithal ürün fiyatlarını, ardından yerli ürün fiyatlarını ve sonuçta enflasyonu artırır.
İhracatın tercih edilmesi ve ithalatın kontrol edilmesi ekonomi yönetimleri için önemli ve rutin bir görevdir.
Fakat biliyoruz ki enflasyonla mücadele dönemlerinde uygulanan politikalar, Türkiye’de, ihracatın aleyhine ve ithalatın lehine sonuçlar oluşturur.
İhracatı artırmanın zorluğunu bilen ekonomi yönetimleri ithalatı daha çok severler.
İthal ürünlerden gümrüklerde peşin tahsil edilen vergilerle Hazine’nin kasası dolup taşar, memlekette geçici de olsa bolluk olur, yurtiçindeki üreticinin çok para kazanacak kadar fiyat yükseltmesi mümkün olmaz vs.
Geçen yıl Türkiye 362 milyar dolar ithalat yaptı. Bu ithalatın 125 milyar dolarlık kısmı işlenerek yurtdışına ihraç edildi. Böylece yurtiçinde tüketilen ithal ürünlerin toplam değeri 237 (362-125) milyar dolar oldu.
İhraç edilen 250 milyar dolarlık sanayi ürünleri içinde ithalatın doğrudan ve dolaylı payı %50 varsayılmıştır.
Ekonomi yönetimi: Yurtiçinde tükettiğimiz 332 milyar dolarlık sanayi ürününün %71’i ithal ürünlerden oluşuyor. Peki, değerli TL politikası uygulanırsa enflasyon düşer mi?
Ya da soruyu dolaylı değil doğrudan sorsa: 2024 için ortalama dolar kurunu 36 TL’den 32 TL’ye düşmesini sağlarsak, enflasyonu düşürebilir miyiz?
Ekonomi yönetiminin aklının gerisinde yer alan ithalat analizini bu şekilde ortaya koymuş olduktan sonra tekrar ihracat konusuna dönebiliriz.
İhraç edilen ürünler içinde ithalatın payı %50’yse yurtiçi katma değerin de payı %50’dir. İhracatta önemli olan, toplam rakam değil; ihracat içindeki yerli üretimin oluşturduğu katma değerdir.
2023 yılı için sanayinin ihraç ürünlerindeki payını %50 veya 125 milyar dolar olarak öngörmüştük.
Şu anda %76,4 olan imalat sanayi kapasite kullanım oranı son beş yılda hiç %79’a çıkamadı; son 15 yılda da hiç %80’e ulaşmadı.
Varsayalım ki yurtdışından ihracatçılara sipariş yağdı ve ihracatçılara yönelik sanayinin kapasite kullanım oranı (KKO) %80’e ulaştı.
%80 KKO’nun sağladığı kapasite artışı %4,71 artış anlamına gelir.
İhracata tahsis edilen imalat sanayinin katma değeri 125 milyar dolardı. Bu durumda üretim kapasitesi 130,9 (125*1,0471) milyar dolara yükselir.
Soru: TL’yi değersizleştirerek, enflasyonun yükselme riskini göze alarak ve mevcut kapasitenin tamamını kullanarak sağlanabilecek azami katma değer 5,9 (130,9-125) milyar dolar mıdır?
Cevap: Evet.
Ekonomi yönetimi: İki yıllığına hiç ihracat artışı yapamazsak, kaybedeceğimiz gelir sadece 11.8 (2*5,9) milyar dolar olur. Acaba bu katkıyı göz ardı edebilir miyiz?
Hatta itirazları savuşturmak için “önümüzdeki iki yılda turizm gelirlerimizi 15 milyar dolar artıracağız” denilse, ne diyeceğiz?
(Bu arada, 60 milyar dolarlık turizm gelirinin 125 milyar dolarlık katma değerden daha çok “kâr” ürettiğini de yeri gelmişken belirteyim)
İhracatı “tabir caizse harcayan” bu tutarlı bakış açısının uzun vadedeki zararlarını asla aklımızdan çıkarmamalıyız. Çünkü hiçbir olguya tek boyutlu olarak bakmak doğru değildir.
İmalat sanayimizi aynısını bugün sıfırdan kurmaya kalksak minimum 770 milyar dolar yatırım yapılması gerekiyor.
Yani bir birimlik katma değer (kâr değil) kapasite yaratmak için en az 3,5 birim sabit sermaye yatırımı yapmak gerekiyor: (220*3,5)
Geçen yıl 53 milyar dolarlık makine ve teçhizat ithal edilmiş. En az bu miktarda yurtiçi yatırım harcaması yapıldığı da kesindir.
Eğer sanayileşmemizin tetikleyicisi ihracatsa, enflasyonla mücadeleye ihracatı kurban etmek doğru bir tercih olmaz.
Öyle görünüyor ki, önümüzdeki dönemde “enflasyon ve ihracat arasında ödünleşme”nin sağlanacağı denge noktasını bulmak, ekonomi yönetiminin en öncelikli görevi olacaktır.