Sayın Mehmet Şimşek’le mutabık değilim (2)
3)”2018-23 döneminde ise kur yüzde 36,4 artarken, ihracatımız sadece yüzde 5 artmıştır.”
Sayın Şimşek’in ne ima ettiği bu cümlede tam anlaşılmıyor fakat biz netleştirelim.
2018 – 2023 döneminde kurlar makul seviyelerde oluştuğu için ihracat 177 milyar dolardan 266 milyar dolara yükselmiştir.
Bu dönemde artış miktarı 89 milyar dolar ve artış oranı %50 olmuştur.
2013 – 2018 dönemindeyse ihracat 161 milyar dolardan 177 milyar dolara yükselmişti.
Artış miktarı 16 milyar dolar ve artış oranı %10’du.
“Makul Kurlar” sayesinde 2018 – 2023 dönemi “ihracatta başarı yılları” olmuştur.
Üstelik bu ihracat artışları çok değerli bazı yan etkiler oluşturmuştur.
Mesela 2013 yılında imalat sanayinin GSYH içindeki payı %15 ve tutarı 123 milyar dolardı. (820*0.15=123 milyar dolar)
2023 yılındaysa, imalat sanayinin GSYH’ya oranı %20’ye ve miktarı 215 milyar dolara yükseldi. (1.075*0,20=215 milyar dolar)
Beş yılda, imalat sanayinde 92 milyar dolar ilave katma değer çok değerli bir artıştır.
Bir diğer ve çok değerli yan etki de ‘sabit sermaye oluşumu’ dediğimiz yatırımların GSYH’ya oranı 2013’te %20’ken 2023 yılında bu oran %29’a yükseldi.
Yani Türkiye 2013 yılında GSYH’nın sadece %20’sini yatırımlara ayırıyorken, 2023 yılında bu oran %29’u aşmıştır.
Üstelik son yıllarda makine ve teçhizatın toplam yatırımlar içindeki payı artarken inşaatın payı düşüyor.
Görüldüğü gibi ekonomideki “bütün iyilikler ihracat artışıyla başlıyor” ve zamanla kalıcılaşabiliyor. İhracat artışının temelinde de “fiyat tutturma olgusu” yatıyor.
Fiyat tutturma olgusunun temelindeki en önemli bileşen de “makul kur” seviyesidir.
Eğer Türkiye Apple veya Microsoft benzeri son teknoloji ürünleri ihraç eden bir ekonomi olsaydı, TL’nin biraz değerlenmesi çok önemli olmayabilirdi.
Türkiye “emtialaşmış ve nerdeyse herkesin ürettiği ve maliyetini bilebileceği orta segment teknolojik ürünler” üreten ve satan bir ekonomi olduğu için “değerli TL” önemli bir sorun alanıdır.
Değerli TL, ihracatı, sanayileşmeyi ve elbette istihdamı olumsuz etkiler.
4)”Dünya ticaretinden daha çok pay almak ve kazanımlarımızı kalıcı hale getirmek ancak verimlilik artışı, inovasyon, yüksek katma değer ve markalaşma ile mümkündür.”
Bu “iyi niyetli ve ışıltılı” cümleye katılmamak mümkün değil.
Fakat Türkiye’nin makro iktisadi politikaları yüksek katma değer, verimlilik, markalaşma, inovasyon aleyhine olgular içerirken, Sayın Şimşek’in “mümkündür” dediği gerçekliğe ben, “mümkün değildir” diyor ve irdelemeye başlıyorum.
KATMA DEĞERLİ ÜRÜN
Katma değerli ürün üretme hakkı, Gümrük Birliği ülkeleri arasında adeta paylaşıldığı için Türkiye, yüksek katma değerli ürün ü-re-te-mez, ü-re-te-mez, üretemez.
Kabaca, en yüksek katma değerli ürünler Kuzey Avrupalılara, orta katma değerli ürünler Güney Avrupalılara ve düşük katma değerli ürünler de Doğu Avrupalılar ve Türkiye’ye kalmıştır.
Türkiye, kendine, bu katma değerli ürün piramidin ancak tabanında yer bulabilmektedir.
Türkiye’nin katma değer üretememesinin bir diğer sebebi de, Japonya ve Kore’yle, akla ziyan, imzaladığı serbest ticaret anlaşmalarıdır.
Varsayalım ki bir şirket bütün engelleri aşıp katma değeri yüksek ve rekabetçi ürünler üretmeye başladı; bu durumda, bu firma hemen rakipleri tarafından satın alınıp “nötralize” edilir.
Yöneticilerimizde yabancı yatırımcı geldi diye sevinir.
Türkiye’ye gelmiş olan yabancı sermayeli şirketler de katma değerli ürün üretmezler ve yerli firmaların önünü keserek onlara da ürettirmezler.
Mesela otomobil üretim ve ihracatının neredeyse tamamı yabancılara aittir ve Türkiye’de üretilen otomobillerin en değerli parçaları kesinlikle yurtdışından gelir.
Tüketim sektöründeki yabancı sermayeli şirketler de hem markalı ürünleriyle iç pazarımızı ele geçirip tüketicileri yüksek kâr marjlarıyla sömürmek hem de tüketim ürünleri sanayimizin gelişmesini önlemek için gelmişlerdir.
Gümrük Birliği ve Serbest Ticaret Anlaşmaları yürürlükte olduğu sürece, savunma sanayi ürünleri hariç Türkiye’nin ihraç ürünlerinin, toplam ihracat içindeki payının %5’i bile geçmesi asla, asla, asla mümkün değildir.
Ne acıdır ki, hem hükümet hem Sayın Şimşek hem de bütün Türkiye, bırakın Gümrük Birliğinden çıkmayı, tam tersine, yeni bir Gümrük Birliği Anlaşması için bastırıyorlar.
Hâlbuki genişletilmiş bir Gümrük Birliği anlaşması, “iktisadi tam bağımlılık” için atılmış gönüllü bir imzadan başka bir şey olamaz.
Son bölüm Salı gününe kaldı.