Bu Kürtleri ne yapsak?

Bugün Türkiye’nin bunca yaşanan tecrübelerden sonra geldiği noktaya bakınca hayıflanmamak mümkün değil. Seçilmiş iktidarlar dahil genelde siyasetin ülke sorunlarının çözümüne ilişkin çözüm üretememesi bir yana, topyekun siyasetin bir kalitesizlikle malul durumda olması açıkçası hepimiz açısından bir umutsuzluk kaynağı haline gelmiş bulunuyor.

Evet bugün derin ekonomik sorunlarımız var, hukukun üstünlüğü endeksinde Türkiye ile karşılaştırılması bile insana acı veren üçüncü sınıf ülkelerin bile gerisindeyiz, dış politikada neredeyse tek dostumuz demokratik dünyanın tecrit ettiği Rusya…

Bütün bu çaresizlik fotoğrafını bir tarafa bırakıp, ‘siyasal iktidar değişince nasıl olsa işler yoluna girer’ diyerek kendimizi teselli edebiliriz. Ancak bizim, siyasal ve toplumsal manada çok daha derin bir zihniyet krizimiz var.

Açıkça itiraf etmek gerekiyor ki seçilmiş iktidar, aydınlar, siyaset yapıcılar ve tek tek bireyler olarak hepimizin zihninde en temel insani yaklaşımlar konusunda ahlaki zaaflarımız var. Kabul etmek de zorlansak da bu topraklarda yaşayan farklı kimliklere, farklı inanç gruplarına karşı hemen hepimizin zihin dünyası ‘ayrıştırıcı’ bir şekilde kodlanmış.

Hiç kuşkusuz bu tür ötekileştirici ve ayrıştırıcı yaklaşımların demokratik toplumların da bir gerçeği olduğu söylenebilir. Bunu bir noktaya kadar kabul etmek elbette mümkün, ancak o ülkelerde bu arızi bir durum. Ancak bizdeki ‘öteki’ yaklaşımı genel bir ahlaki standart haline gelmiş bulunuyor, esas sorun bu…

Çünkü biz ideolojik bir toplumuz, bizim ‘mahallelerimiz’ var ve her mahallenin etrafı duvarlarla çevrili. Herkes kendi mahallesi dışındakileri kendisi için adeta bir tehlike olarak görmektedir. Doğal olarak böyle bir toplum yapılanmasında ‘birlikte yaşama’ iradesi güçlü olmadığı gibi, gerçek anlamda bir demokratik anlayışın gelişmesi de mümkün olmamaktadır.

Ama bütün bunların ötesinde başta yönetim erki olmak üzere, siyaset kurumunun belli odakların zihin dünyalarında özellikle Kürtlere karşı negatif bir algı var. Zaman zaman bazı siyasetçilerin bilerek ya da bilmeyerek söylemlerinde Kürtleri ötekileştirici bir yaklaşımla karşılaşabilirsiniz.

Düşünün ki Kürt sorununun çözümüne ilişkin geçmişte önemli adımlar atan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, partisine katılan Mehmet Ali Çelebi ve eşine çocuk sayılarını soruyor, “Sayıları artırmak lazım, bak PKK’nın 5 tane 10 tane 15 tane var” şeklinde bir yaklaşımda bulunabiliyor. Muhtemelen bu sehven söylenmiş bir ifadedir. Ama sonuçta bu sözler söylenmiştir ve tarihe kayıt olarak düşmüştür.

DEVA Partisi lideri Ali Babacan, Erdoğan’ın sözlerine tepki göstererek, “Gördüğü her kadına kaç çocuk doğurması gerektiğini söylüyor. Dağda 5-10 çocuk doğurmadıklarını biliyor ama milyonlarca Kürt vatandaşımızı teröristlikle itham ediyor. Yazık, utanç verici” dedi.

YORUMLAR (102)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
102 Yorum