Endülüs’ün 'altın sesli' şarkıcısı Ziryab…

Dünyanın hangi coğrafyasında yaşıyor olursanız olun, hiç bilmediğiniz bir dilde de olsa dinlediğiniz bir müzik size mutlaka bir şeyler söyler. Bu yüzden müziğin vatanı yoktur ve de evrenseldir. Eğer mutlaka bir vatan bulmak gerekiyorsa, müziğin gerçek vatanı kalbinizdir.

Yaşadığımız hız çağının imkanları dikkate alındığında dinlediğimiz müzikler bazen uzak kıtalardan, bazen de yüzyıllar ötesinden gelir. Kısacası yüreklerimizi ısıtan müzikler hem çok uzak ama aynı zamanda çok yakındır…

Bugün yüzyıllar ötesinden Endülüs İslam medeniyetinin “altın sesli” şarkıcısı ve aynı zamanda modacısı Ziryab’ın izinde müziğin farklı sokaklarını dolaşacağız.

Ziryab Mezopotamya’da dünyaya gelmiş ve farklı kaynaklarda yer alan bilgilere göre aslen Kürt’tür. Asıl ismi Ali b. Nafi ve lakabı ise sesinin güzelliğine atfen ‘siyah tüylü kuş’ anlamına gelen Ziryab’tır. Müzik otoriteleri tarafından flamenkonun ve gitarın babası olarak kabul edilen bu altın sesli şarkıcı, dönemin ünlü müzisyenlerinden birisi olan İshak el-Mevsili’nin öğrencisiydi. Ziryab’ın ünü Halife Harun Reşid’e kadar uzanmış ve halife onu dinlemek üzere huzuruna çağırmıştır.

Andre Clot’un ‘Müslüman İspanya’ kitabında verdiği bilgilere göre, Halife Ziryab’ın müzik bilgisini ölçmek için sorular sorduğunda “Ben diğerleri gibi şarkı söylüyorum, ama onların bilmediği başka şeyleri de biliyorum” diye cevap verir. Kendisine dört telli bir ud getirildiğinde onu kendi icadı olan beş telli bir uda dönüştürerek halifenin zevkine uygun, kendi bestelediği bir melodi seslendirir. Harun Reşid, Ziryab’ın sesini çok beğenir ve bu müthiş şarkıcıyı daha önce kendisine sunmadığı için İshak’ı azarladı.

Bu gelişme karşısında Ziryab’ın Halifenin gözde şarkıcısı olacağını anlayan İshak, Ziryab’ı ölümle tehdit eder ve Bağdat’ı terk etmesini ister. Ziryab, hocasını ve yeni düşmanını gayet iyi anlamıştır. Hemen Bağdat’ı terk ederek önce Kayrevan’a gider, orada Ağlebi sultanının huzurunda müziğini icra eder. Sultan bu olağanüstü sanatçıya hayran kalır, ancak Ziryab ikici derece bir sultanın huzurunda kendisini bekleyen geleceği pek parlak görmediği için Endülüs’teki halife Hakem’e mektup yazarak onun sarayına katılmak istediğini bildirir. Hakem, kendisini beklediğini ve hatırı sayılır bir gelir elde edeceğini birdiren bir cevap gönderir.

Ancak Ziryab Endülüs’e ulaşmadan Halife Hakem vefat eder ve yerine II. Abdurrahman tahta geçer. Hemen belirtmek gerekiyor ki Abdurrahman da Ziryab’ın ününün farkındadır ve ona büyük imkanlar sunar. Zira Ziryab, İspanya’daki Müslüman dünyanın bir bakıma Brummel’i niteliğindedir. Kısa zamanda emirin yakınlarından biri haline gelir. Çünkü Ziryab, Abdurrahman gibi hassas ve kültürel donanımı yüksek bir emiri etkileyecek bir donanıma sahiptir. Nitekim Abdurrahman, Ziryâb için Kurtuba’da bir mûsiki mektebi açmış, bu mektebin benzerleri İşbîliye (Sevilla), Tuleytula (Toledo), Belensiye (Valencia) ve Gırnata (Granada) şehirlerinde de kurulmuştur. Farmer’in belirttiğine göre bu okul Endülüs halifeliğinin sonuna kadar varlığını sürdürmüştür. Ziryâb asıl ününü bu mûsiki mektebiyle yapmış, buradan mezun olan öğrenciler ülkenin ünlü mûsikişinasları arasında yer almıştır. Ziryâb bu okulda önce ritim, vezin, eserin sözleri üzerinde duruyor, ardından basit halde nağme öğretiliyor, son olarak da müzikal nüanslara (zâide) geçiliyordu.

İslam ansiklopedisinde yer alan bilgiye göre, Arap müziğinin Avrupa müzik geleneği üzerindeki etkileri ve İslam'ın müzik teorisine mirası hakkında kapsamlı yazıları bulunan İngiliz müzikolok Henry George Farmer, Ziryâb öncesinde Endülüs’te tek oktavlı (accordatura) sistemin bulunduğunu belirtmekte ve İbn Miscah tarafından oluşturulan, İshak el-Mevsılî’nin yeniden biçimlendirdiği eski Arap sisteminin Ziryâb tarafından tanıtıldığını ifade etmektedir. Ziryâb ayrıca, ud mızrabı olarak ince tahta yerine kartal teleğini kullanan ilk kişi ve uda beşinci bir tel ilâve eden ilk mûsikişinastır.

Maalesef Ziryab’ın bestelerinden bugüne gelen eser yoktur. Endülüs mûsikî tarihinin teknik araştırması Garaudy’e göre şu üç sebepten dolayı büyük ölçüde tahminlere dayalı kalmaktadır:

1-Batı geleneğindekinden çok daha önemli olan doğaçlama icralar yüzünden yazılı müzik notalarının bulunmayışı.

2-İspanya’nın Müslümanlardan geri alınışı sırasında Endülüs’ün El-Abaşî’nin “El- Egâni’l- Endülüsiyye” ve El-Aziz’in “Egâni Ziryab” gibi teorik eserlerinin imha edilmiş olması ki bu eserlerle ilgili olarak geriye sadece daha sonraki dönem tarihçilerinin yaptıkları imalar ve atıflar kalmıştır.

3-İşbiliyye (Sevilla), Kurtuba ve Gırnata gibi Endülüs’ün en önemli müzik merkezlerinin düşüşünden sonra, demek ki geriye kalan tek somut kaynak, Kuzey Afrika’da günümüze kadar devam edip gelen sözlü “nûbe” geleneğidir. (Esra Tartut’un, Ziryab’ın Endülüs Kültür Hayatına ve Avrupa’ya Etkileri adlı yüksek lisans tezi)

YORUMLAR (7)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
7 Yorum