Algıların gücü adına

“Her kulun bir derdi var, değirmencininki de su” demişler. Ne zaman kim demiş? Susuzluktan şikâyet eden bir değirmenciyi gören birileri demiş.

Şimdi yine öyle. Her kulun yine bir derdi var, hiçbiri değirmenci olmasa da.

Ama şimdi geçmişten biraz farklı olarak artık toplumların da tuhaf dertleri var. Bu dertlerden biri de terör gibi öldürücü nitelikte olanı maalesef.

Ama teröre bitişik öyle iflah olmaz bir hâl daha var ki, toplumun da, bireylerin de tek tek algılarını zehirleyici, kötücül bir etki bırakmak için kendini adamış insancıkların çabalarından oluşuyor. Bu çabalara biraz yakından bakınca terörün mü, bu çabaların ardındaki sefil niyetlerin mi daha çürütücü olduğunu kestiremiyorsunuz.

Aslında terör, biraz da o kötücül algı mekanizmaları hayata geçsin diye öncü bir saldırı olarak yapılıyor sanki. Kaba terörün alamadığı sonucu, arkadan gelecek ikinci dalga sofistike algı terörü gerçekleştirsin, zihinler iğfal olsun ve hedeflenen neyse işimize bakalım havası.

Sosyal medya bu işin hem krema hem de çöp zemini.

Her türden, her seviyeden algılama ve algılatma yapılanmasının anbean üretilen içerikler üzerinden birbiriyle etkileşime geçen milyonlar, anlık da olsa olağanüstü kötü bir yalan ve kötülük dalgasının üstünde sörf yaparken görülebiliyor. Gerçek ortaya çıktığında ise ya çok geç oluyor, ya da gerçeğin sesi o kadar sönük çıkıyor ki varması gereken yere vardığında denizde zaten onlarca yeni yalan dalgası yükselmiş oluyor.

Kötülüğün nicel büyüklüğü elbette gerçeğin, hakikatin iyinin değerini düşürmüyor, bilakis yükseltiyor. Ama nedir, kötülük sık sık atı alıp Üsküdar’ı geçiyor. Bunu can sıkıcı buluyoruz işte. Bir değirmenci olmasak da bu bir dert.

Ve El Bab’da yaşanan son gelişmelerden sonra ortaya fırlatılan söylem, niyet ve yalanlara bakılınca kötülüğün boyutlarını bir defa daha gördük. Bir de yeldeğirmenleri var ki oraya hiç girmeyelim.

İçinizdeki kötü algı canavarını öldürün. Alıcı ya da verici, bazan hiç farketmiyor.

Timurlenk’in tüp bayileri

Yıl 1986. Milliyet gazetesinin kuruluş yıldönümü münasebetiyle düzenlediği senaryo yarışmasında bir ödülcağız almış, hemen ardından da televizyon dizileri üretmek üzere kurulan bir şirkette senarist olarak göreve başlamış idim.

Şirket patronu kesenin ağzını açmıştı. Atilla ilhan, Necdet sevinç, Refik Erduran, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Ayşe Şasa gibi farklı dünya görüşüne sahip ünlü isimlerden müteşekkil bir danışma kurulumuz vardı. Her hafta çarşamba günü öğle vakti başlayan ve gece yarılarına kadar süren danışma toplantılarında tv dizisi olabilecek romanlar, hikayeler masaya yatırılır, daha sonra da genellike yakın tarih üzerine sohbetlere geçilirdi.

....

Büyük Mahkeme’ danışmanlarımızdan Necdet Sevinç’in uzun süreden beri üzerinde çalışmakta olduğu bir tiyatro eseri idi. Konusu da hayli ilginçti: Oğuz Han’ın mahkeme başkanı, Cengiz Han’ın savcı olduğu bir mahkemede Yıldırım Bayezit ve Timur yargılanıyordu. Her ikisine de isnad edilen suç: Türk birliğini zaafa uğratmak idi.

Hemen her toplantıda yarım saat kadar gündeme geliyordu bu eser. El yazısıyla kağıda döktüğü bölümleri büyük şevk ve heyecanla okuyan yazarın kalbi Timur’dan yana gibi idi. Öyle ki Timur’un diyaloglarını, savunmasını okurken kendinden geçercesine coşuyordu.

Aylar geçti, eser tamamlandı, şirketin sekreterlerinden Semiha Hanım tarafından daktilo edildi ve son halinin okunması için danışmanlara dağıtıldı.

Ertesi haftaki toplantıya büyük bir heyecanla geldi Necdet Sevinç. Danışmanların görüşlerini bekliyordu artık.

İlk önce, pek çok tiyatro eserine imza atan Refik Erduran söz aldı:

(Yüzünde belli belirsiz muzip bir ifade vardı.) Yorumu tek cümlelikti:

‘Şahsi kanaatim odur ki bu eser TRT denetiminden geçmez!

Necdet Sevinç, kulaklarına inanamaz bir halde öylece kalakaldı. Sonra bakışlarını diğerlerine çevirdi. Öbür danışmanlar da başlarını sallayarak Erduran’ı onayladılar.

Sepetçioğlu aynı muzip ifadeyle: Timur’un savunmasında garip bir ifade var. TRT denetimcileri bu ifadedeki tutarsızlığı, tuhaflığı gördüklerinde eminim ki eserinizi hemen iade ederler.

Attila İlhan: Üstelik de yerden göğe kadar haklı olarak!

Necdet Sevinç’in sabrı taşmıştı. Öfkeden kıpkırmızı kesilerek haykırdı:

Bakın beyler! Kimseyi rencide etmek istemiyorum ama Timur hanın cümlelerini bu ülkede benden daha iyi kimse yazamaz! Çünkü ben onları kalbimle, ruhumla yazdım... Ruhumla!

Attila İlhan gayet sakin bir ifadeyle elindeki nüshayı uzattı.

Madem öyle cümle neyin nesi efendim ?’

Necdet Sevinç nüshayı aldı. Bendeniz de merakla atılıp baktım. Kırmızı kalemle çizilmiş bir cümleydi bu:

TİMUR: ‘Beni böye bir suçla nasıl itham edersiniz? Ben ki bütün hayatımı tüp bayiliklerini bir araya getirmeye adamış bir hükümdarım!

Necdet Sevinç bitkin bir halde koltuğuna yığılırken bir kahkaha koptu.

Durumu anlamıştı: Sekreter Semiha el yazısındaki Türk beylikleri’ni, tüp bayilikleri olarak algılamış ve öylece daktilo etmşti.

Osmanlı hayranı Sepetçioğlu kahkahalar içinde Necdet Sevinç’e sarıldı:

Üstadım öyle sanıyorum ki eserinizi Yıldırım çarptı, Yıldırım!’

YUSUF ZİYA ADIDEĞMEZ

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum