Ayva çayını yudumlarken

En çok merak ettiğimiz şeylerin başında hakkımızda neler söylendiği geliyor. Tabii ki istisnalar kaideyi bozmaz, te’yid eder.

Ne olduğumuz değil de, ne ‘sanıldığımızı’ merak etmek tuhaf olsa da insanî bir durum. Bir dağ başında yalnız yaşasak ve bir kedimiz, köpeğimiz, keçimiz olsa, herhalde onlardan sorardık, hakkımızda ne düşündüklerini.

Biz kendimizi biliyorsak başkalarının ne düşündüğünün ne önemi ola ki?

Ve biz kendimizi bilmiyorsak yine ne önemi var başkalarının ‘zanlarının’.

Ama değil işte. Fakat daha tuhafı şu ki hem ölesiye merak ediyoruz başkalarının ne dediğini, hem de hoşumuza gitmezse çoğunlukla rahatsız oluyor, üzülüyor, geriliyor, kızıyoruz.

Dereceleri var zanların.

Eleştiri, gıybet, iftira ve başka tatsız katmanlar.

En hafifi olan eleştiri bile tahammülü zor bir durum. Hatta ‘yapıcı’ eleştiri bile ‘istenen ölçüde yapıcı’ değilse beğenilmeyebiliyor.

Nedir, her birimiz küçük dalkavuklar, minik soytarıcıklar mı istiyoruz etrafımızda. Peki ya dalkavuk da kendine bir dalkavuk isterse neler olacak?

Siyaset ne kadar çok yer işgâl etmeye başladı zihnimizde ve hayatımızda, ölçebiliyor muyuz?

Siyaset çok şey ama her şey değil.

Son günlerde konuştuğum bir çok dostum aşırı politize olmaktan doğan bireysel ve toplumsal daralmaya vurgu yapıyor. Entelektüel bakış ve çıkış paradigmalarının lüzumsuz bir düşünsel aparat, bir tür apandisit gibi görülmeye başladığından şikayet edenler de var.

Uluslararası siyaset, özellikle de Ortadoğu ile ilgilenen bir dostum da ud kurslarına başlamış birazcık nefes alabilmek için. Ben bunu çok anlaşılabilir buldum, tambur da daha uzun ince bir nefes alma hattı bana kalırsa.

“Dünyadaki fay hatları çok gerildi, dedi dostum. Çok sürmez, şu ya da bu şekilde bir açılma, inşirah patlaması bekliyorum.”

Ayva çaylarını yudumlarken ’inşaallah’ dedik hep beraber bu öngörü ya da temenniye. Ne diyebilirdik ki, kendimiz hakkında bile doğru dürüst bir yaklaşım ve yargıya ulaşamamaktan şikayet ettiğimiz bir dünyada.

Dünyaydı işte ve bu kadardı.

Ne kendimiz hakkında, ne de herhangi bir durum hakkında derinlikli kesinliklerin sahibi olmadığımız bir dünyada nereye bakılırsa oraya bakıyoruz şimdilik.

Hak hayırlar göstere.

Ruhsâtî baba yedi düvele karşı

Yazarlar Birliği’nin “Yahya emmi’’siyle 90’ların başında kesişti yolumuz. Onu görünce aklıma çilekeş Sivas köylüleri gelirdi... Onu görünce, çorak toprakla boğuşan nasırlı, yarık eller gelirdi aklıma; tipinin dehşetinden tandır başına sığınan, kara lastikli yorgun argın ayaklar gelirdi.

Okuma-yazması var mıydı, bilmiyorum. Âşık Ruhsâtî ‘nin hayranıydı. Varsa yoksa Ruhsâtî! “Köy odasında onun deyişleriynen böyüdüm” derdi. Karacaoğlan’dan da bazı mısralar okurdu Ruhsâtî ‘ye mal ederek. “Bahın Ruhsâtî Baba ne demiş” diye söze başlar ve devam ederdi: “Dinne sana bir nasihat ideyim....”

Evlatlarıyla iftihar ederdi. Özellikle de sıkı sık Ankara’ya uğrayan Mükremin’le. Müşkilâtı olanlara, “Merahlanmayın” derdi: “Mükremin Angara’da!” Onun bu ifadesi deyim haline gelmeye başlamıştı.

...

O tarihî gece, ansızın çıkageldi üstad Sedat Ümran. Şiirimizin Batı’ya açılan bu son penceresi, her zamanki gibi Alman şiiriyle başladı mesaiye. Favorisi yine Rilke idi. Herkes pür dikkat onu dinliyordu.

Az sonra Yahya emmi yaklaştı sessizce. Bir süre dinledikten sonra kendinden emin bir tavırla müdahalede bulundu: “Dur bahıyım!Beyle yazabilir mi?” Ardından devam etti:

“Dinne sana bir nasihat ideyim/ hatırdan gönülden geçici olma”.

Bir an kalakaldı Sedat Ümran! Yalnız o değil, hepimiz! Darbenin tesirini müşâhadede gecikmeyen Yahya emmi keyifle devam etti. “Mecliste ârif ol kelâmı dinne/ El iki söylerse sen birin söyle.”

Bu üst üste taarruz karşısında üstâd bir an düşündü. Sonra Fransa’dan takviye alarak Baudelaire ile mukabelede bulundu.

Yahya emmi yine uzun uzadıya dinledi. Yine kendinden emin bir ifade: “El âriftir yohlar senin bendini/Dağıdırlar duzağını bendini...”

Üstad bu kez İspanya’dan, Peru’ya kadar takviye kuvvetler getirmeye başladı... Lâkin nafile... Sonunda, “To be or not to be” diye mırıldanarak İngiliz edebiyatına sarılıp çaresizce uzaklaşmaya başladı..

Sedat ümran yenilgiiyi kabul etmişti ama Yahya emmi’de de cephane tükenmiş gibiydi. Peşinden koştu... Yazarlar Birliği’nin mermer sütunlarından birini işaret ederek seslendi: “Direğe ohu direğe!..”.

...

“İyi insanlar iyi atlara binip gittiler... İnanıyorum ki perdenin öte tarafında, iyi insanlara vadedilen köşklerden birinde Yahya emmi, bir sütunu işaret ederek üstâda sesleniyor yine: “Direğe ohu direğe!

Muhabbetiniz daim olsun Yahya emmi. Beri yana gelince... Hiç merak etme, Mükremin Angara’da!

YUSUF ZİYA ADIDEĞMEZ

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum