Kafamızdaki küçük krallıklar

Hayat ölümlerle, barış savaşlarla, sevinç acılarla ilerliyor.

Yaşamak, çok teknik ve ayrıntılı aşamalara indirgendikçe, bireyin, dijital selin önündeki dijital bir yaprağa dönüşmesi hızlanıyor.

Cumhurbaşkanımız, bugün ABD’de Başkan Trump’la bölgedeki güvenliğimizle ilgili ‘noktasal, net ve kesin’ içerikleri konuşacak. Ama bambaşka hânelerde bambaşka şeyler de konuşuluyor. Muğla’da anneler gününde trafik kazasında hayatını kaybeden kadınlar, daha birkaç gün önce yıldönümünde andığımız Soma maden faciasındaki ölümler, gökten bir yıldız kayar gibi birden gelen şehit haberleri… Bir dostun yeni doğan çocuk haberi, bir ahbabın çocuğunun evlilik haberi, bir sevincin ansızın yükseldiği izahsız sohbetler, değişik bireysel derinlik vurgunları ve kimsenin bilmediği kişisel okyanuslarda atılan kulaçlar…

Hepsi bir arada, hepsi aynı algı merkezimize bir ömür boyu atılan irili ufaklı oklar, mızraklar, baltalar, çiçekler, şarkılar.

Her şey bittiğinde zihnimizin, bedenimizin, kalbimizin nereden nereye geldiğini belki de hiç ölçemeden ayrılık. İnanan için (inanmamak neyi değiştiriyor) hesap günü ve sonrasına ait başlangıç duyguları ve sonrasını yaşayanın değil, ölenin görebileceği başka, büyük, bitimsiz bir hayat.

Trump ne söyleyecek Cumhurbaşkanımıza? Bölgeye indirilen ağır silahların hedefine gerçekte kim oturtulmak isteniyor? Memur bir arkadaşın maaş günüymüş dün. “Ankara’ya gel yemek ısmarlayayım” dedi. Ankara niye böylesin?

“Trump niye böylesin” diye de açabiliriz bu soruyu, “Dünya niye böylesin” diye de. Dünya böyle. Her birimizin kafasında kendi küçük krallıklarımız olsa da, sayısız krallığın içiçe geçmiş binlerce meselesiyle ve yetmezmiş gibi kendi krallığımızın da değişik meseleleriyle her gün çarpışmak durumundayız.

Yarına ne kadarlık kısmımız sağ kalıyor, bilemiyoruz. Yarın diye bir şey var mı, ondan da pek emin değiliz. Ama planlara bakarsanız her şeyi milimetrik hesaplamış, önlemler almış, ihtimalleri öngörmüşüz… Geçiniz. Geçsene!

17-05/16/himi.jpg

Hilmi Amca

Vefatının üzerinden 19 yıl geçmiş. İnanmak ne kadar zor.

Beyazıt’ta hemen her gün gittiğimiz kahvelerde tanımıştım kendisini. Necip Fazıl’ın değişik çağrışımlı bir benzeri gibi konuşur, davranır, hareket ederdi. Tabii ki büyük, belirgin farklarla.

Genellikle beş parasız yaşadığını bilirdik. Her gece son Üsküdar vapuru ve oradan son otobüsle Kuleli’nin hemen üstündeki evine ulaşmak için çoğu zaman bilet jeton parasını dostlar verirdi. Parası hiç olmazsa da ne gam? Kapıdan binip arkaya geçerken “Otobüs biletini attınız mı? diye soran şoföre hâkim bir ses tonuyla “atılması gerekiyorsa atılmıştır” diyen O’ydu. Üzerinde sadece nüfus cüzdanı ile Hacca gidip gelen O’ydu.

O’ydu beş parasızken her akşam bir çuval nevale ile gelip domatesli biberli peynirli ekmekli sigaralı bir Halil İbrahim sofrası kurup mekândaki cümle açları, kimsesizleri, öğrencileri, berduşları doyuran. Herkesten her çeşit sigara alır, isteyen herkese sigara verirdi. Sigarasını genellikle söndürmek üzere olduğu sigaradan yakardı. İftarı mutlaka sigarayla açar, sahurdaki son ‘gıdası’ mutlaka sigara olurdu. Böyleyken gırtlak kanserinden yattığı hastanede ziyaretine gidenlere eliyle yazdığı bir kağıdı gösterip okuturdu konuşamadığı için. Şöyle yazıyordu tutup gösterdiği kağıtta: “Sigaradan değil!” Bir yazar dostumuzun da büyük bir dikkatle tespit ettiği gibi “hiçbir müslüman hakkında gıybet ve dedikodu yaptığı vâki değildi.” Kitap başta olmak üzere her çeşit matbu kağıt bağımlısıydı. Evini gören dostlar, evin tıkabasa kitapla dolu olduğunu, evin içinde yürüyebilmek için cambazlık gerektiğini söylemişti.

Demek 19 yıl olmuş. Çok sevdiği ve kendisinin ‘metafizik oğlu’ olmakla gurur duyduğu Necip Fazıl’ın ayak uçlarına gömüldü Eyüp’te. Şimdi onu yakından tanıyan bir avuç ahbapla her cumartesi biz de âleme açık bir sofra açıyoruz, adı “Hilmi Oflaz sofrası.” Bunun aynı şey olmadığını bile bile. Allah’ın rahmeti üzerine olsun Hilmi Amca. “Tekrar mülâki oluruz bezm-i ezelde.”

“Nasılsın?”

Gerçekten mi soruyorsun, iş olsun diye mi… Kaç kişi, birisinin, gerçekten iyi olup olmadığını merak ediyor ki bu zamanda? Önyargı ve dedikodu tek hükümdarken… Kim kimin iyiliğini istiyor ki... Kim kimin kötülüğü üzerine iyilik bina etmeye çalışmıyor ki… Ne diyebilirim ki… Şimdi’yim ve burada’yım... Ölümden önce, doğumdan sonra’yım… Ölmeyecek kadar iyi, yaşayamayacak kadar kötü’yüm… Kendim bir yere kadar gitmişim de kendim geri gelene kadar yerime bakıyor gibiyim…Kinetik arızayım, potansiyel maraza… Bir işaret bekliyorum, bir start... Sonra turp gibiyim. Metin Üstündağ-Denemeyenler-Sel Yay.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum