Avrasya’yı İstanbul’dan okumak
İçinden geçtiğimiz uluslararası düzensizlik, öngörülememe, alverci ve parçalı ittifaklar sistemini sadece ABD Başkanı Trump’a ve onun bir buçuk dönemlik politikalarına indirgemek doğru olmaz. Soğuk Savaş’ın nihayetlenmesinden bu yana önce tarihin sonu yanılsaması sonra da başta Rusya ve Çin olmak üzere yükselen güçlerin stratejik gelecek öngörülerini okuyamamak hatta yok saymak içinden geçmekte olduğumuz akışkan ve sürprizlere açık sistemsizliği getirdi.
Rusya ve Çin’in farklı katmanlardaki genişleme stratejilerinin, Batının bu stratejileri dengeleyecek vizyon, öngörü ve kapasite geliştirememelerinin üzerine Trump’ın gelmesi zaten yaşanan bir çözülmeyi çok daha görünür hale getirdi.
Bu yapısal sorunlara son 15 yıl içerisinde Batı’nın değer temelli olduğunu iddia ettiği uluslararası hukuk düzeninin iki kez sınıfta kalması sadece güç değil ilkesel zeminin de altının boş olduğunu gösterdi. Bunlardan ilki Arap toplumlarında daha onurlu, gelirin adil dağıldığı ve demokratik bir gelecek talebiyle başlayan Arap Baharı idi.
İnsan hakları ülkelerin iç işi olarak görülemez ilkesine ve demokratik taleplere sırtını dönen Batı ülkeleri değer temelli bir düzen ve dünya peşinde olmadıklarını, ilkesel çerçevelerinin alakart ve ihtiyaç duydukları kadar olduğunu gösterdiler.
Küresel düzen ve uluslararası hukuk kavramlarını, zaten pamuk ipliğine bağlı normları yerle yeksan eden ise İsrail’in iki yıldır devam eden şimdi de düşük yoğunluklu olarak süren Gazze soykırımı oldu.
Trump’ın geleneksel ittifak yapılarına dair yıkıcı tutumu ve gümrük tarifeleri ise 1950 sonrası kurulan düzenin tabutuna çakılan son çivi oldu. Batının çelişkileri ve savunduklarını belirttikleri değerlere ihaneti dünyanın kalanını temize çıkarmıyor elbette. Rusya ve Çin gibi ülkelerin değerler ya da uluslararası hukuk üzerinden bir düzen kurmaya dair hem çabaları hem niyetleri olmadığı zaten malum.
Fakat uluslararası sistem nihayetinde boşlukta ilerlemiyor. Yekpare ya da öngörülebilir bir düzenin olmaması aktörlerin yeni normale adaptasyonunu ve parçalı alt düzenler oluşumunu mecbur hale getiriyor.
Böylesi bir dönemde İstanbul’daki 16. Asya Konferansında “Parçalı Bir Dünyada Avrasya” başlığı altında Avrasya’nın farklı köşelerinden gelen uzmanlar iki gün boyunca bugünü ve muhtemel senaryoları okumaya çalıştı. Şimdiye kadar Endonezya, Singapur, Rusya, Malezya, Özbekistan ve Güney Kore’de düzenlenen toplantı ilk kez Türkiye’de yapıldı.
Rusya’nın ünlü düşünce kuruluşu Valdai’ın düzenlediği konferans dizisinin Türkiye’deki ev sahibi Ankara Enstitüsü idi.
Orta büyüklükteki ülkelerin stratejik otonomi arayışları, küresel düzensizliğin Avrasya’daki karşılığı, Türkiye ve Rusya ekseninde Avrasya jeopolitiği, ulaşım ve altyapı ağları, Ortadoğu, Güney Kafkasya ve Orta Asya’daki bölgesel düzen arayışları, BRICS oturumların ana başlıkları idi. Bu başlıklar bile konferansın zamanlamasının ve kapsamının önemini anlatmaya yetiyor.
Türkiye’nin jeopolitik konumlanması ve Batı ile Rusya arasındaki gerilimde takındığı tutum, Valdai’ın mevcut konjonktürde hem Avrupa güvenlik mimarisinin içinde hem Rusya ile anlamlı ilişkisi olan yegâne adreste bu toplantıyı gerçekleştirmiş olması ile uyumlu bir noktaya düşüyor.
Karar okurlarının yazılarına aşina olduğu Taha Özhan’ın ülkelerin yönetilebilir karmaşık düzen ile yönetilemeyen kaos arasında seçim yapmaları gerektiğini çerçeveleyen konuşması toplantının en ilgi çeken sunumlarından biri idi. Aynı şekilde Galip Dalay’ın ABD’ye getirilen tüm haklı eleştirilere rağmen Washington’un güvenilmez ancak beraberinde an itibarıyla vazgeçilmez konumunu anlattığı konuşması da sonrasında birçok katılımcının atıf yaptığı sunumlardan biri idi.
İki günü tek bir yazıda özetlemek mümkün değil ancak toplamda çıkan sonuç geleceğe dair büyük kehanetlerde bulunmaktan uzak. Aslında kimse yeni bir düzen peşinde değil. Buna ya aktörlerin güçleri yetmiyor gücü yetebilecek olanların da düzene dair ilkesel tutarlı bir çerçeveleri yok.
Bugün için Türkiye gibi ülkeler açısından hem riskli hem avantaj barındıran bir geçiş sürecindeyiz. İstikrarsızlığı yok etmek ya da düzen kurmaktan çok riskleri ve düzensizliği yönetmenin öncelendiği, bölgesel ittifakların daha anlamlı hale geldiği, iki ülke arasında aynı anda işbirliği ve çatışma alanlarının birlikte var olabildiği dinamik bir dönemden geçiliyor.
Böylesi bir uluslararası çerçeve ise ülke liderlerinin çok daha dinamik ama tutarlı, esnek ama eksen sahibi politikalar üretmesini mecbur kılıyor.
