Demirtaş, hukukun araçsallığı

Demirtaş’ın tahliyesi ihtimalini Ekim 2024’te Devlet Bahçeli’nin başlattığı süreçteki önemli fakat sayılı kırılma noktalarından biri olarak görebiliriz.

Bahçeli’nin grup konuşmalarını sadece PKK bağlamında değil Türk siyasi hayatı için de istisnai çıkışlar olarak başa yazabiliriz. Suriye’nin bir dış politika meselesi değil doğrudan bir iç siyaset başlığı olduğunu geçen sene Aralık’ta Esad rejiminin devrilmesi gösterdi. Böylece PKK’nın silah bırakması “ulaşılabilir” menzil içinde bir hedef haline geldi.

Suriye’nin iktidara sağladığı meşruiyet aktarımı Öcalan’ın açıklamalarına ilişkin zeminin oluşturdu. Abdullah Öcalan’ın silah bırakma çağrısı, PKK’nın kendisini feshetmesi, Süleymaniye’de silahları sembolik olarak yakması, son olarak da “Türkiye sınırları içinde çatışma riski oluşturan ve olası provokasyonlara açık olan Türkiye'deki tüm güçleri geri çekme” kararı bugüne kadarki en önemli eşiklerdi.

Ancak AİHM’in 9 yıldır cezaevinde bulunan Selahattin Demirtaş’ın tutukluğunun siyasi gerekçelerle devam ettirildiği ve tahliye edilmesi gerektiğine dair kararının kesinleşmesi süreçte öncekilerden farklı bir gelişmenin önünü açtı.

MHP Genel Başkanı’nın Demirtaş’ın tahliyesinin hayırlı olacağını söylemesi ve sonrasında Cumhurbaşkanı’ndan gelen "Bu ülke yargı ülkesidir, yargı ne derse ona uyarız" ifadesi hem Cumhur İttifakı’ndaki 29 Ekim geriliminin bir nebze geride bıraktı hem de sürece yeni bir ivme kazandırdı.

Selahattin Demirtaş serbest kaldığı takdirde PKK’nın silah bırakması sürecinde iktidarın en önemli normalleşme adımını attığını söyleyebileceğiz. Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan açıklama yapıyor olması, bundan bir sene önce hayal edilemeyecek görüntülü mesajlar paylaşması, bilinen ve bilinmeyen sıklıkta birçok heyet ile görüşmesi PKK’nın silah bırakması için öne sürdüğü beklentiler bağlamında. Dolayısıyla Öcalan ile ilgili adımları sürecin teknik olarak başarılı olması için gerek şart olarak tanımlamak mümkün.

Ancak Demirtaş’ın serbest kalmasının Öcalan’ın birinci önceliği olmadığını dair çok şey yazıldı. PKK’nın Demirtaş’ı Türkiye’de Kürt siyaseti adına etkin ve aktif bir aktör olarak görmek istemediği de ortada. Dolayısıyla Demirtaş’ın tahliyesi bugüne kadar teknik zorunluluk olarak tarif edilebilecek çerçeveyi aşan, Kürt seçmen, Türkiye’de demokratik normalleşme adına beklentileri olan geniş bir kitle için önemli bir gelişme olacaktır.

Buna rağmen Demirtaş’ın tahliyesinin ülkenin geniş manada demokratikleşmesi için bir manivela, PKK başlığı dışındaki süreçlere dair de olumlu gelişmelerin işaret fişeği olduğunu düşünmek için erken. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın demokratikleşmeyi genel bir standart olarak algılamadığını görmek için çok uzun düşünmeye gerek yok.

Sadece Bayrampaşa Belediyesi’nde olanlar, yargı yoluyla seçmen iradesinin gaspını “demokrasi kazandı” diye etiketleyecek kadar ilkesel tutarlık endişesi kalmamış bir sürecin içinden geçildiğini ortaya koyuyor.

Eğer tutarlılık ya da hukukun ne dediğinde dair bir dert olsaydı AİHM’in 2018 ve 2020 kararları da aynı şeyi söylüyordu. Dolayısıyla hukuk ya da neyin doğru olduğuna dair bir değişiklik yok. Olan değişiklik, iktidarın hangi doğrunun bugün için geçerli olduğuna ilişkin kanaati.

Osman Kavala hakkında AİHM kararlarına rağmen adım atılmıyor olması, Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay ya da Gezi tutuklularına dair kararlarının uygulanmıyor olması da aynı gerçeğe işaret ediyor.

O zaman nasıl ki iktidar hukukun, mahkemelerin ne dediğini çıkan kararın araçsal değerine göre değerlendiriyor, iktidarın adımlarını da hukuka uyum bağlamında değil araçsal sonuçları üzerinden yorumlamak gerekiyor.

Öyle de olsa Demirtaş’ın serbest kalma ihtimali demokratik standartların her zaman ve sadece geriye doğru gitmeyeceğine dair bir işaret olacaktır.

Londra ve New York’ta Müslüman Belediye Başkanı

ABD’nin Trump’ın ikinci kez başkan olmasından sonraki en önemli seçimi tamamlandı. Zohran Mamdani’nin New York belediye başkanı olarak seçilmesi hem ABD hem küresel demokrasi deneyimi açısından önemli. Demokrasinin gerilediği, otokrat liderlerin seçimleri anlamsızlaştırdığı, devletin sivil toplumun üzerine çöktüğü bir dönemde Mamdani’nin seçilmesi ile Atlantik’in iki yakasındaki en önemli iki Batı başkentini iki Müslüman belediye başkanı yönetiyor hale geldi.

Londra’da Sadık Han ve New York’ta Mamdani. Bu iki örnek hem İslam dünyası hem demokrasi hem de Batı’nın standartları için çok şey söylüyor. Mamdani zafer konuşmasında “Gencim, Müslümanım, sosyalist demokratım ve bundan özür dileyecek değilim.” diyerek çok sert bir tavır koydu.

Ancak bu iki ismin de Müslüman olması, onların İslam toplumlarındaki genel din algısı ile birebir örtüştükleri anlamına gelmiyor. Ayrıca kendi ülkelerinde var olmayan, var olmasına rıza göstermedikleri demokratik süreçlerin Batı başkentlerinde bir Müslümanın seçilmesine imkân veriyor olmasına İslam dünyasının sevinmesini de tartışmak gerek.

Mamdani’nin ne ölçüde başarılı olacağını göreceğiz. Tek başına bu seçim Batının önyargılarını, küresel değer karşıtı politikalarını temize çekmez. Kendisinin performansı tüm İslam dünyasını da bağlamaz ama seçilmiş olmasının bizim toplum, doğru/yanlış, hakikat algılarımıza dair mesajları var.

YORUMLAR (4)
4 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.